Taraklı Hasıllıklarından Ne Hâsıl Olur? (12)
Baharın gelişiyle insanla tabiatın iç içeliğini gösteren en canlı/organik mekânlar hasıllıklardı. Müstakil evlerin ön ve arka bahçelerinde bakımı yapılan, elvan elvan çiçeklerle bir taraftan hayata estetik bir boyut katan, diğer taraftan her mevsim taze taze yenebilecek yerli tohumdan sebzelerin dikim faaliyetlerinin sahası olan hasıllıklar, bereketin bu beldede tecessüm etmiş mütevazi yerleriydi.
Güzellik ve yararlılığın müşterek ortamını en iyi ifade eden hasıllıkların, geçmişte olduğu gibi bugün de aynı hususiyetini taşıyıp taşımadığına kabaca bir göz atalım.
Taraklı merkezindeki bahçeler pek küçüktür. Birkaç dönümden büyük bir bahçeye sahip kimse pek azdır. Bu, hem Taraklı'nın coğrafi özelliği, hem de miraslarla paylaşılan bahçelerin tekrar tekrar bölünmüş olmasıyla alakalıdır.
Bu sebepten ince-uzun, bir dönüm bile tutmayan, insanların mevsimlik sebzelerini diktikleri, "mahsul"ün "tahsil" edildiği bu küçük bahçelere de hasıllık denmektedir (hobi bahçesi değil).
Taraklı, geçmişten bugüne baktığımızda, ne sadece bahçecilik, hayvancılık, ipek kozacılığı; ne de zanaat, tarım ve ticaretle geçinmiştir. Hayır, fiziki coğrafyası, özel şartları sebebiyle bunların hepsinin de bir arada icra edilmeye çalışıldığı bir yerdir Taraklı.
Yani Taraklı'nın merkezi de köyleri de geçinebilmek için birden çok faaliyet alanını bir arada götürebilmişlerdir. Bu onları zengin mi kılmıştır? Hayır, Anadolu'nun pek çok yeri gibi kendine yetebilir kılmıştır.
Yumurtasını hasıllığındaki kümesinden almış, sütünü, yoğurdunu, peynir ve yağını ahırındaki ineğinden, koyunundan, keçisinden temin edebilmiştir. Hasıllıklar ve bahçeler, insanların; pazardan, bakkaldan satın alma ihtiyacını en aza indirmiştir. Bundan ziyade Taraklılı, ürettiği eriğinin, elmasının, vişnesinin mevsimi dışında kurusunu da satarak ayrıca bir gelir daha elde edebilmiştir.
Bağın-bahçenin geçinebilmek için tek başına yeterli olmaması sebebiyle Taraklı merkezde çarşı dükkanları, köylerde ise kaşık evleri, çeşitli zanaatkârlıkları doğurmuştur. Köylerdeki tarlalar da yalnız başına yeterli geçim imkânını sunamadığından yaba, kaşık, sofra gibi birçok ahşabın üretimi yine buralarda yapılmıştır.
Bugün, Taraklı'nın nüfusu erimiş, kimsesizleşmiş köylerinde, zanaatkarın bir kısmı piyasanın zor koşullarına rağmen makineleşmiş bir şekilde üretimine devam ediyor; ancak onların da Çin'den ithal edilen ucuz ürünlere karşı ne kadar dayanabileceği meçhul.
Bir yerde politik dil, devamlı "milli-milli-milli!" denilerek tezahür ediyorsa orada bir şeylerin gerçekten milli olup olmadığına dair bir soru işareti koyulması kanaatindeyim. Tıpkı bir dönem her şeyin başına "İslâmî" getirilmesiyle (İslâmî televizyon, İslâmî banka, İslâmî moda, İslâmî tâtil...) o şeylerin "İslâmî" olmadığı gibi... Bugün de milli olmayan, "millilik retoriği" üzerinden perdelenmiyor mu?
Maddi ihtiyaçlarını (gıda) az çok temin edebilen, bankalarla olan muameleleri yok denecek kadar az olan geçmişin fakir insanlarından hızla sıyrılarak; bağ-bahçe ve hasıllık üretiminden çeşitli sebeplerle uzaklaş(tırıl)mış, bankalara olan bağımlılığı kredi/faiz batağıyla azami dereceye var(dırıl)mış bugünün zengin(!)/borçlu insanlarına nasıl gelindi?
Nasıl gelindiğinin cevabı, zor olmamakla beraber kısa da değildir. Nereye gelindiğinin cevabı ise en azından Taraklı için pek kısadır: Taraklı'da tarım ve hayvancılık yerini emlakçılığa; zanaatkârlık ise Çin malı turistik eşya satıcılığına tahvil ediliyor.
Köylüler yumurtayı, eti; Taraklılılar ise her şeyi, marketten alır duruma gelmiştir. Zira hasıllığa dikilecek iki karık fasulye ile iki karık domatesin su sayaçlarından okunan maliyetini anlaşılmaz giderlerle faturalandıran ne SASKİ'ye, ne de durmak bilmeyen yüksek mazot fiyatına köylerdeki tarlalarda güç yetecek gibi değildir.
Filozoflar, bir şeyin hem iyi, hem estetik, hem de faydalı olabilmesi noktasında uzun uzun düşünmüşler. Biz Taraklı'nın hasıllıklarının, uzun bir tarihte, bu üçünü bir araya getirebilmiş olduğunu düşünüyoruz: güzel+faydalı+iyi=hasıllık. Şimdi, elimizde kala kala yeni nesillerin ne manaya geldiğini dahi pek anlayamadıkları garip bir kelime kalmıştır:
Hasıllık...
"Kur'ân'dan Türkçe'ye, Türkçeden Kur'ân'a Kelimeler" başlıklı yazılarımızın on ikincisi olacak kelime "hasıllık"tır.
Hâsıl kelimesi sözlükte şu manalara gelmektedir. "Husûle gelen, olan, meydana çıkan; ortaya çıkan semere, netîce."
Âdiyat sûresi'nde kelime, tef'il vezninde meçhul olarak geçmektedir. Buradaki âyetlerde, "dünya menfaati ve servet biriktirme hırsıyla cimrilik ve nankörlük eden kimseler, kendilerine ne derece kötülük ettiklerini düşünmeye davet edilmekte ve uyarılmakta; aksi halde o kişilerin, kıyamet gününde, kabirlerde gömülmüş bulunanların dışarıya fırlatıldığı, bütün gizliliklerin ortaya döküldüğü, gönüllerde gizli olan niyetler ve maksatların açığa çıkarıldığı zaman perişan olacağı bildirilmektedir."
"Ve hussıle mâ fîs sudûri."
"Göğüslerde ne varsa onlar da derlenip toparlandığı zaman? "
Kelime, Fuzûlî'nin bir beytinde şöyle geçmektedir:
Ömrlerdir eylerim ahvâl-i dünyâ
imtihân
Nakd-i ömr ü hâsıl-i dünyâ hemân bir
yâr imiş
(Ömrüm boyunca dünya ahvalini tetkik ettim, neticede ömür parası ve dünya mahsulünün tek bir yâr olduğunu anladım)
Kelime, Niyâzî-i Mısrî'nin bir beytinde şöyle geçer:
Tecellî eyler ol dâim celâl ü geh
cemâlinden
Birinin hâsılı cennet birinden nâr
olur peydâ
(Allah celâl ve cemâl sıfatıyla her dâim tecelli eyler / birinin sonucu cennettir, birinin cehennem)
Hâsıl kelimesine, isimden isim yapma eki olan "-lık" ekinin gelmesiyle bahçe manasında kullandığımız hasıllık kelimesi oluşmuştur. Tabii kelimenin Taraklı'daki kullanımı göz önüne alındığında, hasıllıkların küçük bahçe için kullanıldığını bilmekteyiz.
"Sonuç olarak, sözün kısası, velhâsıl, hülâsa" manasında kullanılan hâsılı kelimesi de aynı kök üzeredir.
Kelime Bâkî'nin bir beytinde şöyle geçer:
Su gibi zencîrler tutmaz dil-i
dîvâneyi
Hâsılı âvâralık vakti bahâr
eyyâmıdur
(Su gibi coşkun akan dîvâne gönlü zincirler de tutamaz / neticede bahar günleri, âvârelik günleridir)
"Elde edilen kazanç, netice" manasındaki hâsıla kelimesiyle yine kelimenin çoğul şekli olan hâsılât da aynı kök üzere türemişlerdir. Husûl ise "vücuda gelme, hâsıl olma, peydâ olma” manasında kullanılmaktadır.
Husûl kelimesi, Fuzûlî'nin bir beytinde şöyle geçer:
Sünnetin mağfiret erbabına minhâc-ı husul
Tâ'atün ma'siyet emrâzına tedbîr-i ilâç
(Sünnetin bir yoldur ki, o yolla kullar affa erişirler. Sana itaat, günah sahiplerinin hastalıklarına tedavi tedbiridir)
Yûnus Emre'nin bir beytinde "hâsıla gelmek" birleşik fiili, husûl manasında kullanılmıştır:
Mescidde medresede çok ‘ibâdet
eyledüm
‘Işk odına yanuban andan hâsıla
geldüm
"Toplama, alma; ilim öğrenmek için okuma; ele geçirme, kazanma" manasındaki tahsil kelimesi ile yine "ortaya çıkma" manasındaki tahassul kelimesi de aynı kök üzere türetilmiştir.
Kelime, Yûnus Emre'nin bir beytinde şöyle geçer:
Dört kitâbun ma'nîsin okıdum tahsîl kıldım
‘Işka gelicek gördüm bir ulu heceyimiş
Mahsûl kelimesi de aynı kök üzere türemiştir. "Topraktan elde edilen ürün; ehlî hayvanlardan sağlana şey; sanayide üretilen madde; meydana gelen, netice" olarak sözlükte tanımlanan kelimenin çoğulu ise mahsûlât'tır.
Kelime, Bâkî'nin bir beytinde şöyle geçer:
Bâkıyâ mahsûl-i ‘ömri vaktidür şimden girü
Akça döküp dîdeden bir bir hisâb itmek gerek
(Ey Bâkî, bundan sonra ömrün mahsul vaktidir yani elde etme vaktidir / gözden gümüş akça gibi yaş dökerek bir bir hesap etmek gerek)
"Elde edilen şey; sözün kısası" manasında kullanılan mâhasal kelimesi de aynı kök üzeredir.
Zâtî'nin bir beytinde kelime şöyle geçer:
Beni göz yaşı âh u derd ü gam
öldürdü ey Zâtî
O çâre ermeyince mâhasal derde devâ
gelmez
(Ey Zâtî, beni göz yaşı, âh, dert ve gam öldürdü / Hâsılı o ölüm, bir çâre olarak gelmeyince derde de devâ gelmez)
"Elde edilen, sonuç olarak ortaya çıkarılan; sözün kısası" manasındaki muhassal kelimesiyle yine benzer manadaki "fizikte bileşke" manasına gelen muhassala kelimesi de aynı kök üzere türemiştir.
Şeyhulislâm Yahya'nın bir beytinde kelime şöyle geçer:
Dırâz oldukça efzûn olmada
dil-besteler Yahyâ
Muhassal kurtuluş yok kâkül-i cânâne
kaydından
(Sevgilinin saçı uzun oldukça, ona gönlünü bağlamış âşıklar da çoğalmakta / hâsılı sevgilinin kâkülüne bağlanmaktan kurtuluş yok)
İstihsal: "meydana getirme, üretim, ele geçirme" müstahsil: "mahsul yetiştiren kimse, üretici" müstahsal: "elde edilmiş, üretilmiş" manasına gelmektedir ki üç kelime de diğer kelimelerle müşterek bir kök üzeredir.
Kelime Mehmet Âkif'in bir beytinde şöyle geçer:
İctihâdî galeyanlar da mühimdir
ya, asıl,
İktisâdî cereyanlardır olan müstahsil.
(İçtihat yolundaki dalgalanmalar önemli olmakla beraber, asıl, / önemli ve üretici olan iktisâdî düşünceler, akımlardır)
"Meydana getiren, ortaya çıkaran, üreten; vergi tahsildarı" manasında kullanılan muhassıl kelimesiyle; "meydana gelen" manasındaki mütehassıl kelimesi de aynı kök üzeredir.
Kelime, Yahya Kemal'in bir beytinde şöyle geçer:
Elhan duyulmadıkça belâgat giran
gelir
Lâf u güzâftan mütehassıl kesel gibi
(Nağmeler duyulmadıkça söz, sıkıcı gelir / boş sözden meydana gelen gevşeklik gibi)
Son olarak bütün bu kelimelerle kök itibariyle ilişkili olabileceğini tahmin ettiğim "kuş kursağı, taşlık; insanın anlama, kabul edebilme, tahammül derecesi" manalarına gelen havsala kelimesini de buraya ekleyebilirim.
Yûnus Emre'nin bir beytinde kelime şöyle geçer:
Yûnus'un havsalası ‘ışk tolmışdur sînesi
Derdin gizleyemedi gensüz söyler ‘ışk dilin
(Yûnus'un havsalası, aşk dolmuştur göğsü / derdini gizleyemedi, istemeden söyler aşkın dili)
Velhâsıl, Taraklı'da ve Anadolu'nun bazı yerlerinde kullanılan hasıllık kelimesiyle ilişkili yirmi kelimeyi burada Türk şiirinden misallerle göstermeye çalıştık.
Ömrümüz mahsul toplamakla geçiyor. Görünür görünmez mahsuller... Burada müstahsilin istihsâlini gerek nitelik, gerekse nicelik açısından belirleyecek en önemli âmil tahsilidir. Tahsil bize husûle geleceklerin nasıl bir yöntemle hâsıl olabileceğini gösterir.
Gâye, mahsûlâtı devşirmek olmamalı, asıl gâye nasıl bir mahsûlâtın derlenip toplanacağı meselesidir. Aksi halde hâsılâta gözünü dikmiş, hâsılanın helal ve haramlığını göz ardı eden muhassılların eliyle hasıllıklarımızdan ya kanser biter, ya da hiçbir şey bitmez.
Mâhasal, hedefini sadece tahsilata yoğunlaştırmış, nasılı ve niçini düşünmeyen tahsildarlardan nelerin mütehassıl olduğunu Taraklı'daki çiftlik-bank örneğinde gördük.
Hâsılı kelâm, bütün bu olanlara sebep, ya havsalanın darlığı yani anlayış kıtlığı; ya da aşırı müsamahakarlıktan kaynaklı havsalanın genişliğidir. Yoksa normal şartlarda bir insanın, bütün bu olanları havsalasının alması mümkün değildir.
#