İttifaklar Temelde Neyi Arar, Muvaffak Olmayı mı? (15)
İttifakın "temel"inde ne vardır? İttifak edecekler, temellerinde olan birtakım unsurları karşılaştırıp "ilk-e-ler" üzerinden mi anlaşırlar; yoksa "asıl" gâye olan gâlibiyete odaklanıp, hedefe en kısa yoldan götürecek müşterek araçlar neyse, onların hızlıca seferber edilebilmesi üzerinden mi bir mutâbakata varırlar?
Gerek bireylerin, gerekse kuruluşların bir ittifaka yönelecekleri zaman, kendi temellerine mukâbil herhangi bir “asıl” arayışı içerisinde olduklarına pek rast gelinmiyor. Taraflar, daha çok, amaçların gerçekleşebilmesi için eldeki imkânların değerlendirildiği bir mutâbakat arayışı içerisinde oluyorlar. Onu yakaladıklarında da aralarındaki uzlaşma gerçekleşiyor.
Bu tür birey ve kuruluşlara baktığımızda; çevreyi gözeterek temel aldıkları ve kendilerinin ifade ettikleri vakur değerlerin, kısa bir zaman sonra sadece popülizm ve reel-politik adına birer söylemden ibâret olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü taraflar, masaya oturduklarında, o "kök" dedikleri şeylerin adını ya hiç anmıyorlar, yâhut tribünlere bakar "-mış gibi" anıyorlar. Asıl olansa artık, bir an evvel ele geçirilmesi gereken garanti-başarı, kârlı-kazanç, kendine-fayda gibi netice hesabına dönüşüyor.
Taraklı'da belli bir yaşın üstündekiler, okul sınavlarına girecek öğrenciler için muvaffakiyetler; belli bir yaşın altındakiler ise aynı iş için çocuklara başarı dilerlerdi. Tıpkı bir önceki yazımızdaki rey-oy ikiliği gibi burada da işte birlik, dilde tefrika yaşanmaktaydı.
Baş olmak, başa oynamak, istenen notu/rakamı elde etmek amacıyla hazırlanmış bir sınavda, yarış hipodromundaki atlar gibi koşturulan çocukların, baş-ar-ı-lı olabilmek için kopya çekmelerine, soru çalmalarına şaşılır mı? Ya iş yerinde... Baş-ı çekmek, baş köşeye kurulmak için kimlerin başına çorap örmeli ve dahi acımadan başı ezilmeli?
Peki aynı haksız manevralar, "muvaffak olmak" namına da yapılmadı mı? Yanlış ittifaklar, dönüşü imkânsız birçok acı tecrübeyi yaşatmadı mı?
Şeytanla ortak buğday eken, samanını alır, diyerek ortaklıklar noktasında uyarıcı bir söz de var. Bu sözün daha ağırını, samanlık gözümüzün önünde birçok kez ateşe verildiğinde gördük. Meseleyi, kelimelerin rehberliğinde daha iyi düşünebilmek için "Kur'ân'dan Türkçe'ye, Türkçeden Kur'ân'a Kelimeler" başlıklı yazılarımızın on beşincisi olacak anahtar kelime olan "ittifak" kelimesiyle ele alalım.
İttifak kelimesinin kökü vefk'tir. Vefk, sözlükte "uygun olma, uygunluk; bir kimsenin isteğine uygun olarak âyet, duâ ve harflerle belli şekillerde yazılmış muska" manalarına gelmektedir. "Düşünceleri birbirine uygun, kafa dengi" manasındaki vefik kelimesi de aynı kök üzere türetilmiştir.
Kelime her iki manasıyla Şeyh Gâlib'in aşağıdaki beyitlerinde şöyle geçmektedir:
Söylemişdir şâir-i sâhir bu beyt-i bî-bedel
Müntehâ bir hüsn-i talîl öyle kim vefkül-mahal
(Sihirbaz şâir bu eşsiz beyti söylemiştir / Sonu güzel bir sebebe bağlama sanatı olan hüsn-i talildir ki tam da yerli yerince yapılmıştır)
Zîr-i fesde perçemin kat kat nihân etmiş o mâh
İsm-i a’zam vefkı
var bir nüsha-i kübrâ mıdır
(O ay gibi olan sevgili, fesin altında olan kat kat saçının perçemini gizlemiştir / Orada Allah'ın en büyük ismi olan İsm- a'zam duası mı var, yoksa o büyük bir muska mıdır? )
Vifâk kelimesi ise, "aynı düşüncede, aynı fikirde olma, muvâfakat, mutâbakat; anlaşmış olma durumu, barışıklık" manalarına gelmektedir.
Kelime, dünya hayatında Allah'ın emirlerine karşı taşkınlık yapmış azgın kimselerin âhirette nasıl bir karşılık göreceklerine dair haber veren Nebe sûresi (25)-26. âyette şöyle geçmektedir:
"İllâ hamîmen ve gassâkan. Cezâen vifâkan"
(Ancak, uygun bir ceza olarak kaynar su ve irin içecekler)
Kelime, Edirneli Nazmî ve Âgâh'ın beyitlerinde şöyle geçer:
Eylemekdür ‘âr u nâmûsı ne şübhe ber-taraf
Ehl-i dünyâ-yile itmez merd-i ‘ârifler vifâk (Edirneli Nazmî)
(Ârif olan merd kimseler, bu dünyaya gönül bağlamış, âhireti düşünmeyen kimselerle anlaşmaz / şüphesiz böyle ehl-i dünya ile barışık olmak, âr ve nâmusu saf dışı eder)
Vifâk-ı gayrdan
geç düşmen olsun meh-likâ olsun
Ne var hârun vefâsında gül olsun bi-vefâ olsun (Âgâh)
(Başkalarıyla anlaşmayı boşver, o ay yüzlü düşman olsun / Dikenin vefâsı nedir ki vefâsız olsa da gül olsun)
Tevfik kelimesi de aynı kök üzeredir. "Uygun duruma getirme, uydurma; Allah'ın yardımı, Allah'ın, kulunun fiilini rızâsına ve muhabbetine uygun kılması, kulunu rızâsına uygun işler yapmaya muvaffak kılması" manalarına gelen kelime, Hûd sûresi 88. âyette, Şuayb Peygamber'in kavmine hitaben söylediği sözlerde geçmektedir:
"İn urîdu illâl ıslâha mâsteta’tu, ve mâ tevfîkî illâ billâhi, aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîbu"
(Ben sadece gücüm yettiğince sizi düzeltmek istiyorum. Başarım / muvaffakiyetim ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum)
Kelime, Nef'î'nin aşağıdaki iki beytinde şöyle geçer:
Bulmaz reh-i hakkı meger ol kimse ki ana
Tevfîkini Hâdî-i
ezel râhber eyler
Tevfîk refîk
olmayıcak fâide yoktur
Her kim burada akla uyarsa zarar eyler
(Eğer başlangıcı olmayan hidâyet edici Allah, yardımını-tevfikini ona rehber eylemezse / O kimse hakkın yolunu bulamaz / Allah'ın yardımı olan tevfik, yol arkadaşı olmayınca fayda yoktur / Kim ki burada akla uyarsa zarar eyler)
Nisa sûresi 62. âyette kelime şöyle geçer:
"Ve keyfe izâ esâbethum musîbetun bimâ kaddemet eydîhim summe câûke yahlıfûne billâhi in eradnâ illâ ihsânen ve tevfîkan"
(Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği, sonra da “Biz iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik” diye Allah’a yemin ederek sana geldikleri zaman hâlleri nasıl olur? )
"Başarı elde etme, muvaffak olma" manasındaki tevaffuk ile "uyma, uygun gelme" manasındaki tevâfuk kelimeleri de aynı kök üzeredirler.
Kelime, Şeyh Gâlib'in bir beytinde şöyle geçer:
Olmakdadır umûruna teshîl-i Hak karîn
Devrân o şâhı âsra tevafukdadır
müdâm
(Hakkın kolaylaştırması, işlerine yardımcı olmaktadır / Kader o şâhı asra dâima uygun, başarılı kılmıştır)
"Başarı kazanmış, başarılı; başarılmış bitirilmiş işe" muvaffak; "başarılı olmaya" muvaffakiyet; "uyma, uygun gelme; kabul etme, müsâade"ye muvâfakat; "izin belgesi"ne ise muvâfakatnâme denmektedir. Bu dört kelime de müşterek kök üzeredir.
Mehmet Âkif'in ve Nef'î'nin mısralarında kelimeler şöyle geçer:
Sarılmadan en ufak bir işinde esbâba,
Muvaffakiyyete
imkân bulur musun acaba? (M. Âkif)
Tedârikte tasarrufta muvaffak
Şecâatte mürüvvette müsellem (Nef'î)
Muvâfık, "Uygun, münasip; aynı tarafı, aynı görüşü destekleyen kimselerden her biri"dir. Mütevâfık, "uygun olan, denk, " Muvaffık ise "Kuluna yardım edip başarılı olmasını sağlayan, başarı kazandıran, muvaffakiyet ihsan eden Allah"tır.
Kelime Edirneli Nazmî'nin bir beytinde şöyle geçer:
Viricek tevfîk
Allâh el-muvâffık kişiye
Tâ ebed ol sâlik râh-ı hüdâdur iy refîk
(Muvaffık olan Allah, kişiye yardım verirse / Ey yoldaş, tâ ebede kadar o yolcu Allah'ın yolundadır)
Evfak, kelimesi de: "Çok uygun, muvâfık" manasına gelip Ziyâ Paşa'nın bir beyti ile Nigârî'nin müstezâtında şöyle geçmektedir:
Söz bulmak için mîzaca evfak
Söz bulmağa olmamış muvaffak (Ziy Paşa)
Tökdürme ki kan söyleme güftâr-ı ene'l-Hak
Hakka budur evfak (Nigârî)
(Ene'l-Hak sözünü söyleme ki kan döktürme / Hakka en uygun olan budur)
İttifak kelimesi de sözlükte: "Fikir birliğine varma, uyuşma, anlaşmaya varma; birlikte hareket etmek üzere sözleşme; iki veya daha fazla devlet arasında saldırı veya savunma amacıyla yapılan anlaşma; oy birliği; tesadüf, rast gelme" manalarına gelmektedir.
İki tarafın uzlaştırılıp barıştırılması manasında Nisa sûresi 35. âyette geçen kelime de aynı kök üzeredir:
"Ve in hıftum şıkâka beynihimâ feb’asû hakemen min ehlihî ve hakemen min ehlihâ, in yurîdâ ıslâhan yuveffikıllâhu beynehumâ. İnnallâhe kâne alîmen habîren"
(Eğer karı ile kocanın aralarının açılmasından endîşeye düşerseniz o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarındaki dargınlık yerine geçinme, onları uyuşmaya muvaffak buyurur. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilicidir, her şeyin künhünden haberdârdır)
Kelime, Bâkî ve Şeyhulislam Yahyâ'nın beyitlerinde şöyle geçer:
Sen meh-i bedrün ziyâsın virmek olmaz ‘âleme
İttifâkî bir yire
cem’ olsalar meh-pâreler (Bâkî)
(Yüzü ay parçaları gibi güzel olan sevgililer, hepsi beraber, bir yere toplansalar / sen ayın on dördüncü gecesi gibi dolunay olan sevgilinin aydınlığını âleme veremezler)
Kalmasun Yahyâ
ten-i fersûdede yoldaştan
Kûy-ı yâre gitmeğe cân ü dil itmiş ittifâk
(Can ve gönül, sevgilinin bulunduğu yere gitmek için ittifak eylemiş / Yahyâ da bu yıpranmış tende yoldaşsız kalmasın, o da gitsin)
Aynı kökten gelen müttefik kelimesi, "ittifak etmiş, birleşmiş kimselerden her biri; aynı fikirde olan, hemfikir" müttafak ise "üzerinde fikir birliği olan, ittifak olunan" manasına gelmektedir.
Kelime, Sa'id Giray'ın bir beytinde şöyle geçer:
Müttefikdür
‘izzet-i echelde ‘âlem ey Sa‘îd
Hep ma‘ârif ehlinündür devletinde ihtilâf
(Ey Sa'îd, aşırı derecede câhil kimselerin mertebesi âlemde birdir, müttefiktir / ihtilâf ise hep bilgi sahiplerinin devletindedir)
Bütün bu açıklama ve örnekler eşliğinde, yazının başında sorduğumuz soruların cevaplarına yeniden yönelelim. Bugün ittifakların, temelde aradıkları şey, muvaffak olmak değildir, başarılı olmaktır. Çünkü muvaffak olmak, kaderin bir müdahaleyle uygunluğunu / muvâfakatını, Hakkın rızasını aramayı gerektirir. Oysa başarıya yüklenen olumsuz anlam, hangi araçlarla neye mâl olursa olsun, olmaktır. Burada araçların meşruiyeti sorgulanmaz, sadece sonuçların ezici üstünlüğüne odaklanılır.
Her şey garantinin çelik halatlarıyla sımsıkı bağlandıktan sonra, en son zikredilecek tılsımlı kelime ise tevekküldür. Halledeceği hiçbir şey bırakılmayan, olmayan; ancak varmış gibi sona saklanan tevekkül…
Ameller niyetlere göredir. Niyetler, fiillerimizde özü / çekirdeği oluşturur. Tohumun kusurlu olması, mahsulü olumsuz olarak etkilediği gibi niyetin hâlis olmaması da yapılan işi, o oranda etkileyecektir.
Yapılan herhangi bir eylem, umulduğu gibi neticelenmese de eğer niyetten emin olunmuşsa muvaffak olmayan şey, muvâfık olmuştur. Yani başarısız görülen bir sonuç, belki de o gün ve mekân için en uygun / evfak olanıdır.
Kiminle ittifak edeceksek ilk-önce, onun kim-lik-ini tanımamız ve o hüviyetin bize mütevâfık olup olmadığını sorgulamamız icâp eder. Bunu göz ardı edip Bağdat'ı işgal edenlerle vifâk içerisinde olup çıkarlar doğrultusunda her zaman müttefik olunabileceğine inanan kim varsa onlar bu topraklar için bir kim-lik krizidir. Onlarla kurulacak ittifakın fitnesinden, ihtilâfın rahmetine kaçmak esastır.
Kuluna yardım eden, onun tevfiki için sayısız lütuflarda bulunan; kime, neyi, ne zaman tevâfuk ettireceği katında gizlenmiş olan Allah, Muvaffık'tır. Kulunun fiilini, kendi rızâsına ve muhabbetine muvâfık kılması, amelini bir vefk gibi boynuna asması ve böylece kulunu, rızâsına münasip ameller yapmaya koşturtarak muvaffak kılması, bir kimseye muvaffakiyet olarak yeter.
#