Cemalettin Hoca ve Hisar Câmi Terâvihleri (17)
Sesimizin kısıldığı günlerdir oruç günleri. Susma orucu tutmayız, ama biraz açlığın bıraktığı tâkatsizlik, biraz da orucun edebi... Ramazan günlerini sessiz yaşarız iftar sonrasındaki heyecanlı dakikalara nispetle.
İftar sofrası, sevinç sofrasıdır. Akşama erişebilmenin, orucu tamamlayabilmenin neşeli vakitleri şimdiden sonra başlar. Ağza atılan her lokma, O'nun rızasından bir parça olarak yendiğinden, en tatlı sofralar iftar sofralarıdır. İlk sevincin peşinden, ikincisine ulaşabilmenin ümidini taşıyan rahmet sofraları...
Orucun sükûnetiyle gün boyu dinlenmiş kalbin yeniden canlılık bulduğu mekânsa terâvihlerle dolu câmilerdir. Genç, ihtiyar, çocuk, kadın, herkes; mutluluğun paylaşıldığı saf düzeninde, birlikte olmanın emniyetini, birbirine temas eden omuzlarıyla yanı başındakine aktarmaktadır.
Biz bu rûhu, çocukken daha çok duyardık...
Taraklı'da, çocukların terâvih kılması için tahsis edilmiş bir hoca vardı: Cemalettin Hoca.
Geceleri közde mısır pişirir satar, seyyar arabasından kaynamış mısır tüterdi. Gündüzün halka tatlısını da onda yerdik; gecenin süt mısırını da... Ramazan geldiğindeyse hepimiz Hisar Câmii'nin bu kadrosuz imamının arkasında kadrolu terâvih cemaatiydik.
Mektepli değil, alaylıydı. Talebe yurtlarında aşçılık yaparken Kur'ân-ı Kerîm'i talim etmiş pek zeki bir şahsiyetti. Her yaz, elifbâda takılı kalan ilkokul talebelerini, kendine has yöntemiyle çok çabuk Mushâf'ı okur hâle getirdiğine ben kendimden şâhidim.
Prosedürlerin, diplomaların, resmi belgelerin ciddiyetinden uzak bir hayatın, onu ne kadar yorduğunu o günlerde biz pek bilemezdik. Bunu ancak birkaç sene önce, kalbinin çok yorulmuş olduğunu doktorlar söylediğinde öğrenebildik.
İlçenin en seri okuyan, kalender-meşrep hocası olan merhum Cemalettin Hoca'nın ramazan boyu Hisar Tepesi eteğindeki Hisar Câmii'ne terâvih kıldırmak için görevlendirilmiş olması, biz çocuklara, o günlerde verilmiş en güzel ramazan armağanıydı.
Evet, Hisar Câmi ve Cemalettin Hoca, biz çocuklar terâvih kılsın, namaza alışsın, ramazanı hissetsinler diye tahsis edilmişlerdi âdeta. Hisar Mahallesi'nin birkaç büyüğü dışında câmi ağzına kadar çocuklarla dolup taşardı. Hatta müezzinlik de çoğu zaman çocuklara kalırdı. Henüz okula başlamamış çocuktan, lise talebelerine kadar her yaştan çocuğun saf bağladığı terâvih câmisi diye bilirdik burayı.
Aşağıdaki camilerde iki yahut dört rekatlarla biraz yavaşça kılınan yirmi rekatlık terâvihi, Cemalettin Hocamızın arkasında ya on-on, yâhut sekiz-sekiz-dört kılar, iki-üç selamda bitirirdik. Hoca'nın sırtındaki rahatsızlık, onu zaten her dâim rükûa yakın kılmaktaydı. Ama yine de namazın tadil ve erkâna halel getirebilecek herhangi bir durumu, hocayı teftişe gelen müftü bey dahi bulamazdı..
Biz kendimizi yüksekte olmakla, başka câmilerden imtiyazlı addederdik. Zira câmiye çıkan yokuş yolu tırmanmak, gençlerin bile nefesini keserdi. Câmiye girmeden önce hâkim tepeden Hıdırlık Etekleri, Kadı Mahallesi, Kuzgun Yolu'na doğru yıldızlarla parlayan manzara seyredilirdi.
Kışın soba yanar, yazınsa pencerelerden giren tatlı rüzgar içeriyi ferahlatırdı. Hoca'nın Rahman sûresi kıraati pek meşhurdu. Her rekatta hızla "febi eyyi âlâi rabbikü mâ tükezzibân" diyerek rükûa eğilmenin verdiği şevkle çocuk-cemaat mest olurdu. Tabiî arada kıkırdayanlar, itişenler hep vardı. Büyükler çekişir, liseliler gülenleri abdest almaya yollardı.
Neşe dolu salâvatlarla bir çırpıda biten namazların ardından çocuk-cemaat bayır aşağı neredeyse kanatlanıp uçuşur. Henüz vitri vâcibe bile ulaşamamış diğer câmilerden gelen sedâları duyan her çocuk, birbirlerine bunu hatırlatıp, Hisar Câmii'nin süratiyle iftihar ederlerdi.
Taraklı'da birkaç neslin terâvihi, Hisar Câmii'nden geçti. Belki birkaç nesil hâlâ o teravihlerin kendilerine işlediği ruh ile ayakta duruyor bugün. Nerde o eski ramazanlar demektense nerde o eski rûh mu demeliyiz?
Bunu belki de terâvih ve rûh kelimeleri arasındaki bağa yönelerek anlayabiliriz. Bunun için "Kur'ân'dan Türkçe'ye, Türkçeden Kur'ân'a Kelimeler" başlıklı yazılarımızın on yedincisi olacak anahtar kelime olan "terâvih"e bir bakalım.
Kökü rûh olan terâvih kelimesi, "rahatlatmak, dinlendirmek anlamındaki tervîha kelimesinin çoğuludur ve ramazan ayına mahsus olmak üzere yatsı namazından sonra kılınan yirmi rekâtlık namaza verilen addır. Dört rek‘atta bir dinlenme amacıyla biraz oturulduğundan (tervîha) terâvih denmiştir."
Kelime, Nedim'in bir beytinde şöyle geçer:
Bağteten sâbit olup gurre firâşında imâm
Hâb içün yatmış iken etdi terâvîhe kıyâm
(Ramazanın birinci günü birden kesinleşince, yani ay doğunca, imam uyumak için yatağa yatmışken hemen terâvih namazına kalktı)
"Rahata erdirme, rahat ettirme, rahatlık" manasındaki tervîh kelimesi de aynı kök üzeredir. Kelime Âhmedî'nin bir beytinde şöyle geçer:
Söz gerek şöyle ola ki andan ala can tervîh
N'ideler ol sözü kim halka ola ol tasdî
(Söz, şöyle olması gerek ki can ondan rahat bulsun / Halkın başını ağrıtan sözü ne yapsınlar)
Terâvih kelimesinin kökü olan rûh kelimesinin de Türkçede zengin bir kullanımı vardır. Çoğulu ervâh olan bu kelime sözlükte: "İnsan ve hayvanda vücûdu canlı kılan, bilen, duyan ve idrak eden hayat gücü, can; Allah tarafından yaratıldıktan sonra insan bedenine üflenen, ölümden sonra da varlığı devam eden ve mahiyeti tam olarak bilinemeyen ilâhi cevher; duygu, his; canlılık, şevk, hayâtiyet; yaratılış, karakter; hayal ürünü varlık, cin; bir şeyin en önemli noktası, özü; bitki ve cisimlerden damıtımla elde edilen uçucu madde" manalarına gelmektedir.
İsrâ sûresi 85. âyette kelime şöyle geçer:
"Ve yes’elûneke anir rûhı, kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlen"
(Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir)
Kelime, Mehmet Âkif'in bir mısraında şöyle geçer:
İnsan ki onun rûh
ile insanlığı kâim,
Dâim oluyor cisminin âmâline hâdim;
(İnsanın insanlığı, rûh ile devam eder, ayakta durur / Fakat o insan, dâima cisminin, bedeninin işlerine hizmetçi oluyor)
Aldığı bazı ekler sayesinde Türkçedeki rûh kelimesinden, rûhî, rûhânî, rûhâniyet, rûhâniyun, rûhen, rûhiyat... gibi birçok kelime türetilmiştir. Yine Ruhlar, manasındaki Ervâh kelimesi de Edirneli Nazmî'nin bir beytinde şöyle geçer:
Cihâna rahmet iner cümle şâd olur ervâh
Okundugınca ezân Lâ ilâhe illallâh
"Rüzgâr, meltem" manasındaki aynı kökten gelen bir başka kelime ise rîh'tir. Çoğulu riyâh olan bu kelime, Âl-i İmran sûresi 117. âyette, kâfirlerin başına gelecek akıbetten bahsedilirken şöyle geçer:
"Meselu mâ yunfikûne fî hâzihil hayâtid dunyâ ke meseli rîhin fîhâ sırrun esâbet harse kavmin zalemû enfusehum fe ehlekethu ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin enfusehum yazlımûne"
(Onların bu dünyâ hayâtında harcadıkları malların durumu, nefislerine zulmeden bir topluluğun ekinine vurup onu mahveden dondurucu bir rüzgârın tahribatına benzer. Allâh onlara zulmetmedi; fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı)
Yine kelimenin çoğul şekli olan riyâh da Kehf sûresi 45. âyette şöyle geçer:
"Vadrıb lehum meselel hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta bihî nebâtul ardı fe asbeha heşîmen tezrûhur riyâhu, ve kânallâhu alâ kulli şey'in muktediran"
(Onlara dünya hayatının örneğini ver: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir)
Rîh kelimesi, Nedim'in bir beytinde şöyle geçer:
Hazan yeli eser etmiş misâl-i rîh-i merak
Bu hastalık beden-i servi korkarım sarsar
(Bu sonbahar yeli, kara sevda rüzgârı gibi tesir etmiş / Korkarım bu hastalık servi bedeni sarsar ve yine bu hastalık şiddetli bir sarsar rüzgârıdır)
Riyâh kelimesi de Yahyâ Kemal ve Mehmet Âkif'in mısralarında sırsıyla şöyle geçer:
Bahar mevsimi farzeyleriz bizimdir hep
Açan şu kırmızı gülden esen riyâha kadar
Havâda mevcelenir sânihat-ı kudsiyyen,
Riyâh, rûhumu
pür-cûş eden makâlindir.
(Kudsî ilhâmın, fikirlerin havada dalgalanır / Rüzgârlar rûhumu coşturan sözlerindir)
Rahat kelimesi de terâvihle aynı kök üzeredir. "Üzüntüsüz ve sıkıntısız olma durumu, huzur; yorgunluk ve tedirginlik vermeyen; üzüntüsü, ıztırâbı olmayan; telaşa kapılmayan; kolay bir şekilde..." manalarına gelen kelime, Nef'î'nin bir beytinde şöyle geçer:
Ne tende cân ile sensiz ümîd-i sıhhat olur
Ne cân bedende gam-ı firkatinle râhat olur
(Sensiz olan bu tenle canın iyileşme ümidi yoktur / Ayrılığın gamıyla bu can, bedende rahat da etmez)
Edirneli Nazmî'nin bir beytinde kelime, şöyle geçer
Sohbet-i cânânla bulmazdı râhat rûhımuz
Geçmese anunla Nazmî ‘âlem-i ervâhımuz
(Ey Nazmî, ruhlar âleminde onunla olan sohbetimiz geçmese / sevgilinin sohbetiyle rûhumuz rahat bulmazdı)
"Dinlenmek" manasındaki istirahat kelimesi de aynı kök üzere türemiştir. Kelime, Azmizâde Hâletî'nin bir beytinde şöyle geçer:
İstirâhat üzre
zann eyler beni hem-sâyeler
Za‘f ile bir hâle vardum âh u zârum kalmadı
(Zayıflıktan öyle bir hâle vardım ki ağlayıp inlemem kalmadı / Komşularsa beni istirahat üzere olduğumu zanneyler)
Müsterih kelimesi de müşterek kök üzeredir. "Gönül rahatlığına, iç huzuruna kavuşan, kaygıdan kurtulan, huzurlu" manalarına gelen kelime, Türkçede "müsterih olmak" şeklinde birleşik fiil olarak da kullanılmaktadır.
Kelime, Mehmet Âkif'in bir mısraında şöyle geçer:
Heybe sırtında "adâlet" dilenirken millet,
Müsterîh olmanın
imkânı mı var, insâf et?
"Güzel koku" manasındaki râyiha kelimesi de aynı kökten türemiştir. Kelime, Edirneli Nazmî'nin bir beytinde şöyle geçer:
Rûhumuz râhat
ider râyiha-i zülfünden
Dem-be-dem bu yana geldükce esen ol sabâ
(Sabah rüzgârı bu yana doğru daima estikçe / Rûhumuz, saçının güzel kokusuyla rahat eder, huzur bulur)
"Fesleğen" manasındaki reyhan kelimesi de ortak kökten gelmektedir. Kelime, Rahman (12) ve Vâkıa (88-89) sûrelerinde sırasıyla şöyle geçer:
"Vel habbu zul asfi ver reyhânu"
(Yapraklı taneler, hoş kokulu bitkiler vardır)
"Fe emmâ in kâne minel mukarrabîne fe revhun ve reyhânun ve cennetu naîmin"
(Fakat ölen kişi Allah’a yakın kılınmışlardan ise, ona bir rahatlık, güzel bir koku ve nimet cenneti vardır)
Kelime, Ahmedî'nin bir beytinde, aynı kökten türeyen diğer kelimelerle iştikak sanatı yapılarak şöyle geçer.
Çü bâde revh-i reyhândur dilersen rûhuna râhat
Koma lâle bigi bir dem elünden sen bu reyhânı
(Ruhuna bir rahat dilersen reyhanın rahatlığı, huzuru şaraptadır / Lale gibi olan bu güzel kokulu şarabı elinden bir an olsun bırakma)
"Daha çok kitap sanatlarında kullanılan, muhakkak yazı karakterinde ve nesih kalınlığında bir hat üslûbu" olan reyhânî kelimesi de aynı kök üzere türemiştir.
Kelime, Nedim'in bir beytinde şöyle geçer:
Hatt-ı reyhânın
ki nesh-i nüsha-i reyhânedir
Çeşm-i mestin nergisî hattıyle bir mey-hânedir
(Senin reyhan kokulu ayva tüylerin, bir reyhânî yazı nüshasıdır / Mest olmuş, sarhoş olmuş gözün Nergisî hattı ile meyhanedir)
"Şarap" manasındaki râh kelimesi de yukarıdaki kelimelerle müşterek kökten gelmektedir. Kelime, sırasıyla Fuzûlî ve Şemseddin Sivâsî'nin beyitlerinde şöyle geçer:
Dök alıp ele gümüş sürâhî
Zer sâgara rûh-bahş
râhı
(Eline gümüş sürahiyi alıp / Altın kadehe ruh bahşeden şarabı doldur)
Lisân-ı hâl ile okuya Kur'ân
İçip râh-ı
mahabbet mest ola cân
(Hâl diliyle Kur'ân okuya / Can, muhabbet şarabını içip sarhoş olsun)
Son olarak revâh kelimesi de aynı kök üzeredir. "Güneş battıktan gece oluncaya kadar zaman" manasına gelen bu kelime, Edirneli Nazmî'nin bir beytinde iştikak sanatı da kullanılarak şöyle geçer:
Râhat-ı ervâhdurur nûş-ı râh
Nûş idelüm anı sabâh u revâh
(Şarap içmek ruhları rahatlatır / Sabah ve akşam onu içelim)
...
"Dünyada rahat yoktur." Merhum Cemalettin Hocamız da bu dünyada pek rahat etmedi. Fakat terâvih namazını Taraklı'ya hakkıyla kıldırdı. Böylece hem kendisinin, hem de ardında duran cemaatinin ervâhına, sevgiliden bu tarafa esen hoş riyâh bıraktı.
Bütün yapıp etmelerimiz, bizi konfor manasındaki bir rahata kavuşturmak içinse o istirahat şüphesiz bir gün bitecektir; fakat rûhumuz, kendisini unutsak dahi her şeyin bittiği yerde bizi öylece karşılayacaktır. Peki biz o gün, kaygıdan kurtulmuş, huzurlu, müsterih kimselerden mi olacağız?
Ramazan ayında, Resûl-i Ekrem'in ümmetine bir hediyesi olan terâvih namazları, dünyanın râyihasıyla sarhoş olmuş rûhumuzu, maddenin ötesine, rûhânî tarafa götürüp Cennet'in reyhan kokusunu duyurabilir. Dünyaya değil, aşkın râhına tâlip âşıklar da belki o zaman hakkıyla anlaşılır.
#