Bayramı İâde Edebilir miyiz? (19)
Bayram namazı için Yûnus Paşa Camii'nin cümle kapısından içeri girerken vâizin kürsüden şöyle seslendiğini işittim: "utletü'l 'ıyd" yani "bayram tatili."
- Ey cemaat! Iyd, bayram demek, bu kelimenin dönmek'le bir ilişkisi var. Nereye dönmek? Ailene, akrabana, konu komşu ve dostlarına, memleketine dönmek ve her şeyden önemlisi de Allah'a dönmek. Şimdilerde insanlar, bayramları tatile dönüştürmüş durumda. Kaçıyorlar... Kimden? Akrabalarından, sılayı rahîmden, konu komşudan, Allah'tan kaçıyorlar!
Vâizin seslendiği kürsüye yakın bir yere oturup câmi cemaatine şöyle bir baktım. Taraklılı'dan çok, devre mülküne gelmiş termalciler vardı. Uzun zamandır cemaatin yüzüne böyle doğrudan hakikatin söylenmesine şâhit olmadığımdan, Vâiz'in, içerideki termalcileri bir an için unuttuğunu sandım. Fakat Hoca, konuyu üsteledikçe üsteledi. Ön saftan bir tatilcinin kalkıp Hoca'yı tersleyeceğinden iyice tedirgin olmuştum:
-Hadi biz vâzîfeliyiz de buradayız. Vâzîfesi olmayanın bayram günü ne işi var burada?
Nihâyet namaz vakti geldi de mevzuu kapandı. Bu ağır sözlerden sonra, hangi termalci bayram namazını neşe ve huşûyla edâ etmiştir artık bilemiyorum.
Namaz çıkışı Vâiz Bey'le çarşıda karşılaştığımızda, câmi cemaatinin farkında mıydınız, pek sert olmadı mı diye sordum. Evet, dedi, farkındaydım.
-Taraklılılardan çok tatilciler vardı. Bilerek böyle sert konuştum, bu yanlış tatil anlayışının bir an evvel kırılması gerektiğine inanıyorum... Öyle değil mi?
Bayram gibi belirli, özel zamanların, belirli kişilere tahsis edilmesi gerekiyor. Böyle özel zamanlar; aile, akraba, komşu, arkadaş gibi yakın kişilerle paylaşılmadığında, zamanın kişiden şikâyetçi olacağı kanaatindeyim. Bayramın vaktini, mahiyetini ve nasıl geçirilmesi gerektiğini bize öğreten Allah ve resûlü iken bizim bayram günleri üzerinde dilediğimiz gibi tasarrufta bulunabilme hakkımız ne kadar var?
Belki birçoğu beş vakit namazında, ramazan orucunu tamamlamış, fitre ve zekatlarını tam olarak vermiş dindar diyebileceğimiz bir kesimin, bayramda evinden uzak bir tatil geçirme hevesini nasıl okumalıyız?
Birçok meselede, "Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o, onlardandır" hadîs-i şerîfini zikreden dindarlar, "alışkanlıklar" noktasında (âdet) kendisini âit hissettiği yeri değiştiriyor mu? Mesela bir yerin alkolsüz ve haremlik selamlık olması, fiyatı ne olursa olsun orayı müminler için hemen meşru kılmakta mıdır?
Namazın vâciplerinden birini kasten terk edene, bu namazı iâde etmek nasıl vâcip ise bayramın icaplarını kasten terk edenin bayramı iâde etmesi mümkün müdür? Üç günlük bayram tatilini falanca otelde değerlendirdik, o sebepten ben de geçmiş bayramımı, kazâ olarak bugün iâde edeceğim, dediğimizde, bayramda yapılmayanları edâ etmiş olur muyuz?
Bayram tatilini evinden uzaklarda gezerek geçiren seküler çevrelere, bir dönem deliye bakar gibi şaşkın bir nazarla bakanlar, bugün âdet diyerek terk ettikleri alışkanlıklarına karşı yaşadıkları değişimi fark edebiliyorlar mı?
Çocukların bayram günlerinde tıklattıkları kapılardan bir cevap gelmedi. Çünkü kimse evinde onları beklemedi. Eğer bir dahaki bayram da içeriden ses veren olmazsa emin olun o çocuklar, o kapıları bir daha çalmaz.
İşte bayramın neye avdet etmesi gerektiğini görebilmek nâmına, "Kur'ân'dan Türkçe'ye, Türkçeden Kur'ân'a Kelimeler" başlıklı yazılarımızın on dokuzuncusu olacak anahtar kelime olan "iyd/îd" kelimesine eğilelim.
Geri dönmek manasındaki avdet'ten gelen îd/ıyd kelimesi, sözlükte "bayram"a karşılık gelir. Birtakım âlimler bayram (ıyd) kelimesini: "çünkü o her yıl yeni bir sevinçle döner" şeklinde yorumlamışlardır. Kelime Mâide sûresi 114. âyette şöyle geçer:
"Kâle îsâbnu meryemellâhumme rabbenâ enzil aleynâ mâideten mines semâi tekûnu lenâ îden li evvelinâ ve âhirinâ ve âyeten minke, verzuknâ ve ente hayrur râzikîne"
(Meryem oğlu Îsâ da: "Allâh'ım, Rabbimiz, bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için o gün bir bayram olsun ve o olay Senden de bir mu'cize olsun. Bizi rızıklandır, Sen rızık verenlerin en hayırlısısın!" dedi)
Kelime, aşağıdaki beyitlerde şöyle geçer:
'Îd oldı senden bir nazar 'ayn-ı 'atâdur sevdügüm
Dil tıflınun bayramlığı bir merhabâdur sevdügüm
(Gelibolulu Mustafa Âlî)
(Bayram oldu, senden bir bakış hediyenin ta kendisidir sevdiğim / Gönül çocuğunun bayramlığı bir merhabadır sevdiğim)
Nola kurbân olsa ‘âşık iricek ma’şûkına
‘Âşıkun çün ‘ıydı ma’şûkun visâli rûzıdür
(Edirneli Nazmî)
(Sevgilisine erişecek âşık kurban olsa ne olur / Zira âşığın bayramı, sevgilisine kavuşma günüdür)
Gam gitse acep mi yine ıyd-ı ramazândır
Iyd-ı ramazân revnak-ı bâzâr-ı cihândır
(Nef'î)
(Gam gitse buna şaşılır mı çünkü ramazan bayramı geldi / Ramazan bayramı, dünya pazarının göz alıcı güzelliğidir)
"Gidip görme, hatır sorma, hasta ziyareti" manasındaki iyâdet kelimesi de ıyd kökünden gelmektedir. Kelime, aşağıdaki beyitlerde şöyle geçer:
Yahyâ'yı nola eylesen ey şâh iyâdet
Bî-tâb yatur pister-i hicrânuna düşti
İâde kelimesi de aynı kök üzere türetilmiş bir kelimedir. Sözlükte: "Alınan bir şeyi geri verme; kendisine gönderilen veya verilen bir şeyi almayıp geri çevirme; tekrar eski durumuna gelme, getirme; karşılık olarak yapma; bir beytin sonundaki kelimeyi ondan sonra gelen beytin başında tekrarlama" manasına gelen kelime, Yûnus sûresi 5. âyette şöyle geçer:
"İleyhi merciukum cemîan, va'dallâhi hakkan, innehu yebdeul halka summe yuîduhu li yecziyellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti bil kıstı..."
(Hepinizin dönüşü ancak O’nadır. Allah, bunu bir gerçek olarak va’detmiştir. Şüphesiz O, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra, iman edip salih ameller işleyenleri adaletle mükâfatlandırmak için onu yaratmayı tekrar eder)
Kelime, Mehmet Âkif'in bir mısraında şöyle geçer:
İâde etmenin imkânı yoksa mâzîyi,
Bu mübtezel yaşayıştan gebermen elbet iyi.
Âid/âit kelimesi de diğer kelimelerle ortak köktendir. Sözlükte: "İlgilendiren, ilgili; hakkında, dâir; birinin tasarruf ve mülkiyetinde bulunan; bir döneme veya kimseye has; birine veya bir şeye mahsus; bir kimsenin yapması gereken, ona düşen..." gibi anlamlara gelen kelime, "olmak" yardımcı fiiliyle de "âit olmak" şeklinde sıkça kullanılır.
Âidiyet, "Âit olma, ilgili bulunmaya" denir. Âidat da "dernek, kuruluş vb. yerlere belli zamanlarda ödenen para; tahsisat"a denmektedir. Âide ise "birisine âit gelir; kâr, kazanç" manasına gelmektedir. Kelime, Duhân sûresi 15. âyette şöyle geçer:
"İnnâ kâşifûl azâbi kalîlen innekum âidûne"
(Biz bu azabı kısa bir süre kaldıracağız, siz de yine eski hâlinize döneceksiniz)
Kelime, Mehmet Âkif'in mısralarında şöyle geçer:
Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:
Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb'ın.
Danış sahâbene dünyâya âid işler için;
Rahîm ol onlara... Sen, çünkü, rûh-i rahmetsin
Avdet kelimesi de Türkçede: "dönüş, geri geliş, gidilen yerden dönme" manasında kullanılmaktadır. Kelimenin "etmek" ve "eylemek" fiilleriyle birleşik şekilde yaygın bir kullanımı vardır. Yine "geri dönmek, rücû etmek" manasındaki avd etmek kelimesi de aynı kök üzere türetilmiştir.
Kelime, Yâsin sûresi 36. âyette şöyle geçer:
"Vel kamera kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîmi"
(Ay için de birtakım menziller, yörüngeler tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi hilâl olur da geri döner)
Mehmet Âkif'in mısraında kelime şöyle geçer:
Gezmeyin ortada, oğlum, sokulun bir sapaya,
Varsa imkânı, yarın avdet edin Avrupa'ya
Şâir Kânî'nin aşağıdaki beytinde avd kelimesi, ûd ve ûdî kelimeleriyle iştikak sanatı yapılmıştır.
Şemmeyledük kaldı mı hiç 'ûd u 'ûdî
Yâ eyyetühe’n-nefsi ilâ-rabbiki 'avdî
(Her şeyi kokladık, dünyada tüm kokuları aldık, tatmine ulaştık, ud ağacı ve ona ait olan kokusu kaldı mı yahut müziğe ve mûsikişinaslara, zevk ü sefaya çok daldık / Ey nefis bundan sonrasında Rabbine dönerek tatmin ol)
Meâd/maâd kelimesi de aynı kök üzere türetilmiş bir kelimedir. Kelime: "Dönülecek olan yer; dönüş, avdet; âhiret, âhiret hayâtı" manalarına gelmektedir. Terim olarak "Allah’ın mahlûkatı ilkin yarattığı süreç" anlamındaki mebde kavramıyla dâima birlikte zikredilen bu kelime; "dünya hayatının son bulmasıyla ebedî olan âhiret hayatının başlatacağı dönemin adı" olarak kullanılır.
Kelime, Kasas sûresi 85. âyette şöyle geçmektedir:
"İnnellezî farada aleykel kur’âne le râdduke ilâ meâdin, kul rabbî a’lemu men câe bil hudâ ve men huve fî dalâlin mubînin"
(Kur’an’ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir. De ki: Rabbim hidayetle geleni ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir)
Mebde ve meâd kavramları birlikte olarak Rûm sûresi 27. âyette şöyle geçer
"Ve huvellezî yebdeul halka summe yuîduhu, ve huve ehvenu aleyhi, ve lehul meselul a’lâ fîs semâvâti vel ardı, ve huvel azîzul hakîmu"
(O, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayacak olandır. Bu, O’na göre ilk yaratmadan daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce ve eşsiz sıfatlar O’nundur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir)
Kelime, aşağıdaki beyitlerde şöyle geçer:
Zinhâr unutup bildiğini düşme inâda
Bir pîre yapış kim eresin sırr-ı maâda
(Bağdatlı Rûhî)
(Sakın unutup da inada düşme / bir pîre yapış ki âhiretin sırrına eresin)
Kani bu mülkün sultânı, bu ten ise kani cânı
Bu göz görmek diler ânı, bu mebde ü meâd nedir
(Yûnus Emre)
(Bu mülkün sultanı nerede, bu ten ise cânı nerede / bu göz onu görmek ister, bu başlangıç-son, dünya-âhiret nedir? )
Muîd kelimesi de iâde ile aynı kök üzeredir. Kelime, "Eskiden medreselerde okutulan dersleri, ders saatlerinin dışında talebeye tekrarlamakla görevli olan müderris yardımcısı, müzâkereci, asistan" anlamına gelmekle beraber; "yok edip tekrar yaratan, öldürdüklerini tekrar hayata döndürecek, yeniden diriltecek olan anlamında esmâ-i hüsnâdan" kabul edilir.
Burûc sûresi 13. âyette kelime şöyle geçer:
"İnnehu huve yubdiu ve yuîdu"
(İlkin var eden/mübdî, sonra geri çevirip yeniden yaratan/muîd O'dur)
Kelime, aşağıdaki beyitlerde şöyle geçer:
Hem hakem hem adl-durur hem muîd
Mübdi vü hâdi-durur ol hem reşîd
(Ahmedî)
(Hem hakem, hem adl'dir, hem muîd / O Mübdi ve hâdi'dir, hem de reşîd)
Döndürür dâim muîd ismi takâzâsı beni
Nokta-i zâtım değil sûrette cevlânım benim
(Niyâzî-i Mısrî)
(Döndürür beni Muîd, ismi gereği dâima arzuyla / Benim surette dolaşan zâtımın bir noktası bile değil bu)
Âdet kelimesi de aynı kök üzere türemiştir. "Herkes tarafından uyulan hâl, olagelmiş, alışılagelmiş şey, usûl, görenek; alışkanlık, huy, tabiat; aybaşı, hayız" manasında kullanılan bu kelime, "Allah'ın koyduğu nizam, düzen" anlamında kullanılırsa âdetullah olur.
‘Âdetü’s-sâdât çünki sâdetü’l-‘âdâtdur
‘Ârif isen ola gör bu 'âdetün pervânesi
(Kâni)
(Seyyitlerin âdeti, âdetlerin seyyitleridir ya da âdetlerin en sâdesi, en iyisidir / Ârifsen bu âdetin pervânesi olmaya çalış)
Dâmânını öpüp çekilürsem ‘aceb midür
‘Âdet budur kaçan ki vara kûhsâra mevc
(Nevi-zâde Âtâyî)
(Eteğini öpüp çekilirsem buna şaşılır mı / Âdet budur ki dalga ne zaman dağa vursa geri çekilir)
Mûtat/mûtad kelimesi de aynı kök üzere türetilmiştir. "Alışkanlık hâline gelmiş, her zamanki gibi; âdet edinilmiş şey" manasına gelen kelime, aşağıdaki beyitlerde şöyle geçer:
Feleğün sûret-i ikbâline aldanmayalum
Kendimüz cevr ü cefâ çekmege mu'tâd idelüm
(Şeyhulislam Yahya)
(Feleğin talih görünüşüne, çehresine aldanmayalım / kendimizi sıkıntılar çekmeye alışık kılalım)
Cefâ vü cevr ile mu'tâdem anlarsuz nolur hâlüm
Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasun yâ Rab
(Fuzûlî)
(Ben cefâ ve cevre alışmışım. Onlarsız hâlim ne olur? Yâ Rabbi, cefâsı ve cevri hudutsuz ve sonsuz olsun.)
"Alışmaktan dolayı âdet edinme, alışkanlık" manasına gelen Îtiyâd/îtiyât kelimesi ve "Her zaman görülebilen, sıradan alelâde; bayağı değersiz; kötü, aşağılık" manasındaki âdî kelimesi ile yine "Basbayağı, neredeyse; her vakitki gibi" manasındaki âdeta kelimesi de aynı kökten türemiş kelimelerdir.
Kelime, aşağıdaki mısralarda şöyle geçmektedir:
Vükelâ neydi ya? Curnalci, müzevvir, âdî;
Ne Hudâ korkusu bilmiş, ne utanmış ebedî
(M. Âkif)
Uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz.
Baban gidince demek kaldı âdeta öksüz!
(M. Âkif)
Günde derd ü gam gelür dil mülkine resm isteyü
Âdetā her yılda hod bir kerre olurdı rüsū m
(Münirî)
(Dert ve gam, gönül ülkesinden vergi istemeye her gün gelir / Oysa her zamanki gibi yılda bizzat bir kere olurdu vergiler)
Dönersek bayrama...
Piyasanın belirlediği ve onun buyurgan, sıkı disiplininden bir lütufçasına bağışlanan tatil zamanları, yine piyasanın kendisinin belirlediği mekânlarda geçirilerek onun idâmesi için insanları görece daha zinde ve daha verimli kılabiliyor.
Müsaade edilen birkaç günlük bayram (ıyd) tatillerinin de mekanizmaya hizmet etmesi mantığında olan sistem, kişiyi sıkıcı ortamından dışarı çıkarıyormuş hissini oluşturmak için tatil beldelerine gidilmesini âdeta kışkırtıyor. Evinden, işinden, mûtad düzeninden uzak bir yerde dinlenip deşarj olacak kafalar; âdî îtiyatlarından kurtulmak için aslî âdetlerinden de bir bir vazgeçiyor.
Bayramın ilk günü, mahalle câmisinde bayram namazını kılarak konu komşuyla orada musâfahalaşıp akraba taallukat ziyâretinde bulunmak, eve gelen misafirlerini buyur etmek, hastaları ziyaret etmek (iyâdet), fakir fukara gözetmek, mezarlığa gitmek, çocukları şekerlemelerle sevindirmek gibi mûtad gelenekleri alelâdelik zannedip güya sıra dışı bir şey yapılacağı zannıyla bayram gününü evden uzak bir tatil gününe avdet ettirmek, bizi âit olduğumuz yerden hızla uzaklaştırıyor.
Halbuki bayram günlerinde yaşatılan an'anevî bütün bu âdetler, biz farkında olmasak da hâfızamıza âidiyetimizi nakşetmekte. Eli öpülen yaşlılar ve mezarlıklar meâdı (âhireti) hatırlatırken kapıyı çalan çocuklar, iâdesi olmayan gençliğimize sesleniyor.
Âdetlerin neş'et ettiği yer bilinmeden, her şeyi bulanık, hevesli bir akılla değerlendirme cambazlığı, bizi âdetlere ya düşman yahut umursamaz kıldı. Usûle riâyet etmemek, âit olduğumuz asıl olana avdetimizi engelliyor.
Öyleyse görülmesi gereken en tehlikeli âdî, bugün piyasada cârî olandır. Meâdı (sonu) gözden ırak tutup mebdei (başlangıcı) hiç andırmayan bu âdî piyasaya teslim olmak, sonunda Muîd'e kul olmayı da kalplerden söküp çıkaracaktır
#