Şaşılacak Bir Seçim
Bu ilçede kavga dövüş olmaz. Polislik işler nadirattandır. Adliye bile işsizlikten terk etti ilçeyi derken… Beş sene geçer, seçimler gelir ve… köyler, mahalleler, sokaklar, kahvehaneler, evler, akrabalar hatta aile içindeki fertler keskin biçimde ayrışır. Yetmez, Allah’ın huzurundaki cemaat de aynı saftayken ayrışır. Sert tartışmalar, kavgalar, yaralanmalar… Şehirden polis takviyesi…
Alışveriş yaptığın bakkalı, kasabı, fırını değiştirirsin. Hangi lokantada yemek yiyeceğini, Adapazarı’na gideceksen hangi otobüse bineceğini, hastanedeysen doktoru, iğneyi hangi hemşireden yiyeceğini, ilacı hangi eczaneden alacağını, seçersin. Hangi imamın arkasında duracaksın? Bu bile bir seçim işidir.
Mahalle muhtarlığı seçimi de muhtarın politik tercihiyle ilişkilidir. Bizim taraftan olan ve olmayan muhtar vardır. Ortada duran muhtar, ortada kalır. Seçim zamanı geldiğinde insanların tabiatı böyle değişir. Birbirini sevmeyen, selamı sabahı olmayan kimselerin canciğer dosta dönüşmesi, eski dostlarınsa yan yana gelmek istememesi tabiatın kanunuymuş gibi yaşanır.
Tarık Buğra’nın tarihi romanı Yağmuru Beklerken’i okurken hep kendi ilçemi düşündüm, kendimizi ve Anadolu’nun birçok ilçesini. Tek partiden çok partiye geçişin başarısız aşamalarından 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu ve bunun kendi halinde yaşayan kasaba halkının gündelik hayatında birtakım değişikliklere sebep oluşu.
Yağmuru bekleyen; ekinlerin, meyvelerin durumunu düşünen insanların olağan hayatı; bir de bakarsınız yağmur kadar önemli bir şeye dönüşmüş olan seçim sandığıyla olağanüstü bir hal alır. En silik, pasif kişiliklerin nasıl aktif, önder rolüne büründüğünü görürsünüz.
İnsanı şaşırtan şey, normal zamanda sesini duyamayacağın ödlek adamların, topluluğa siyasi nutuklar attığına şahit olmaktan ziyade, kendinden emin güçlü karakterlerin böyle dönemlerde nasılsa kenara çekilip üç maymunu oynamasıdır.
Bu, ister istemez insanları gerçekten, yakından tanıyıp tanımadığımızı sorgulatır. Cimri dediklerinin ne kadar cömert, bonkör dediklerinin ne kadar pinti olduğuna anlam vermek öyle pek kolay olmaz. Cesaret de böyle…
Erkekler kadar bu işlere kafa yormayacağını düşündüğün kadınlar da bu halden payını fazlasıyla alır. Hane hane dolaşırlar kocalarından öğrendikleri birkaç kelimeyi yaymak için. Fakat kadın ruhu, tam olarak beceremez bunu. İyi ki de beceremez. Az zaman sonra karşısında durduğu tarafın evine ya bebek mevlidine ya da asker uğurlamasına gidiverir. Adamından gizli de olsa geri kalmaz.
Evde, sokakta çocuklar her şeye şahit büyüse de oyunlar hiçbir zaman aralarında ayrılmaz. Takımlar hep karışıktır. Çoğu zaman çocukların büyüklerini dalgaya aldıkları, onları mizaha dönüştürdüklerini görürüz. Büyükler, çocuklarının bu hallerine içten içe kızsalar da önüne geçemezler.
Yağmur’u Beklerken romanının başkahramanı Rahmi, İstanbul’a kendisini politikaya sokan Kenan Bey’in cenazesine gittiğinde; iktidar ve muhalefet partisinin ileri gelenlerinin kendi aralarındaki samimi sohbetini görüp de kasabada halkın birbirine girmesine şaşırmıştır. Bana kalırsa bizim de şaşırmamız gerekiyor. Öyle bir şaşırmak ki oyunun oyun olduğunu kavratacak derecede şaşırmak…