Yıkıntı
kırık dökük bulaşıktan sevda dizlerimin sancısına sararken sicimden ipleri,
raks eylerken kalemimden
seher vaktinde sevda nağmeleri inceden
uzak diyarlardan seslenen bülbülün niyazı
güz ayazında ki gölgen
beni tüketti...
seyrettiler yıkıntımızı
kırdılar dallarımızı
güz vakitleri yaklaşmışken
aşkımıza zehirli sarmaşıklar doladılar
ve
yıkıntıların arasındaki iskelet bedenimiz çekiştirildi
yağdanlıktan döktüler ağlayan gözlerimize acıları
ellerimiz karadan beter karanlık
sevdamız canımızın öte sokağında
kimsesizliğine esir düştü
tel tuzaklar ördüler fakir ayaklarımıza
bir öte ilerisi uzak
bir ötesi yitik
bir ötesi çorak toprak
harabe...
şansızlığımıza bir sorun
kim tutar böylesi sevdanın kavruk düşlerini sarı yapışan ellerinde
dokuz sekizlik bedelsiz yaşamımın içinde
senden kalan vakit düşlerim bulaştı genzime
korkusuzca...