Felaketin En Kötüsü
Kur’an’a göre Allah her zaman “yaratıcı” ve “vahyedici” olarak her yerdedir ve yarattıklarıyla sürekli ilgilenmektedir. Kâinat da O’nun her zaman ve her yerde oluşuna şahitlik eden potansiyel sembollerle/ayetlerle doludur. Kur’an’ın tanıttığı Allah, sadece yaratıcı değil, aynı zamanda işlerini adaletle yapıp yaratmasına rahmet ve merhamet de katan bir Allah’tır.
O, insanla sadece vahiy yoluyla değil, aynı zamanda olayların diliyle de konuşur ve varlığının tecellisini doğrudan bu olaylarda da gösterir. Bu yüzden Allah-Alem ilişkisinde fonksiyonel, insan yaşamında da aktif olan “ilahi fiil ve isimlerin” düşünce konusu yapılması çok önemlidir. Şayet bu yapılırsa Kur’an’ın sadece bir “ilim metni” değil, aynı zamanda insanı kendine getiren ve harekete geçiren “bir eylem metni” olduğu da görülecektir. Mesela Allah’ın “Rezzâk” ismi tefekküre konu yapılırsa bu isim insanı aç olanları doyurmaya, “Mü’min” ismi de dürüst davranıp başkalarına güven vermeye sevk edecektir. Aksi halde insan olayların dile getirdiği gerçekle karşılaşacak, o zaman da feryadı basmak zorunda kalacaktır. Tıpkı şımarık kral Lear’da olduğu gibi.
Şekspir’in ünlü trajedyasında ifade edildiğine göre bu yaşlı şımarık kral, mirasının tamamını çok sevdiği kızları arasında taksim ettikten sonra ihtiyarlığın keyfini çıkarıp gününü gün etmek ister. Fakat işler umduğu gibi gitmez. Kızlarının ihanet ve nankörlüğüyle karşılaşır, çok geçmeden de sersefil bir hale düşer. Bu haldeyken çok şiddetli bir fırtınaya yakalanır. Ancak bu korkunç fırtına sanki iyi gelir güngörmüş krala… Çünkü o ilk kez yeryüzündeki hiçbir felaketin kızlarının ihanetinden daha kötü olamayacağını anlar ve yoksul halkı düşünür. Bu arada da : “ Ey debdebe, ey tantana! Fakirliğin acısını sen de çek ki servetinin bir kısmını onlara verip Tanrının adaletine aracılık edesin!” der ve ekler : “ Ey rüzgârlar! Bütün hızınızla esin. Ey yıldırımlar! Sizde var gücünüzle ateş kusun. Öyle bir esin ve kusun ki bu nankörlüğü vücuda getiren bütün tohumları yakıp yok edin!”
Sonuçta Kur’an’ın dili Arapça, Kâinatın dili Rabca, olayların dili de Âdemce yani insancadır. Bu sebeple insan bu dillerin hepsini bir biçimde anlamakta ve onlardan dersler çıkarıp kavramlar üretmektedir. Mesela hoşlanıp faydalandığı şeylere nimet, maddi dünyasını mahveden olaylara felaket, manevi hayatını yıkan olgulara da nankörlük veya ihanet demektedir. Bu da insanın bilme özelliğine sahip bir varlık olduğu anlamına gelmektedir. Çünkü bilgi, ilimle nitelenen insanın, sağlam ve mükemmel bir fiile sahip olmasını sağlayan üstün bir değerdir. Bu yüzden bilginin, nihayetinde ahlaki bir eylemle sonuçlanması gerekir. Zira ilmin emredilmesinden maksat, ona göre davranılmasıdır. Şu halde bilgi fiilden önce gelmekte, insanın da başına felaket gelmeden önce vahyin ve olayların diline kulak verip bilgisine göre hareket etmesi gerekmektedir. Aksi halde felaket gelip hükmünü icra eder. Geldikten sonra da şiddetine göre tesirini gösterip gider.