Çağımız İnsanına Saadet Asrı Yeniden Yaşatılabilir mi?
Çağımız insanı, modern zamanlara özgü problemlerin oluşturduğu sarsıcı gündemlere maruz kalıyor ve bunlar insanımızı büyük ölçüde huzursuz ediyor. İşte tam da bu noktada çağımız insanına ve Müslümanlara saadet asrı yeniden yaşatılamaz mı? Sorusu hatıra geliyor.
Bu soruya İslam düşüncesinin “tecellide tekerrür yoktur” nazari ilkesiyle cevap verilebilir. Zira var oluş sahnesinde hiçbir şey aynen tekerrür etmez. Tarih içinde tekerrür eden “yasalar ve ilkeler” dir. Kur’an’ın tabiriyle “sünnetullah”tır. Asr-ı saadete ise bu ad, iki şeyden dolayı verilmiş olabilir. İlki Hz. Peygamberin liderliğinde gerçekleştiği için. İkincisi de erdemli bir toplumun maddi- manevi ve ahlaki bütün özelliklerini kendinde barındırdığı için.
Hz. Peygamberin o asrı mesut kılan müşahhas varlığının nasıl özel bir tecelli olduğu ortadadır. Onun misyon ve bilge liderliğinde öne çıkan hususlar ise “erişilmez rahmet ufku, hikmet boyutu ve hükmetme kabiliyeti”dir. Çünkü bunlar, ona tabi olanların, dediklerini duyup onunla üzülen veya sevinenlerin, ona arkadaş olabilmenin verdiği sevinçle hayatı doğru ve dopdolu yaşayanların, gerektiğinde de gözünü kırpmadan ölüme gidenlerin en açık şekilde idrak edip şahit oldukları şeylerdir. Bu yüzden Hz. Peygamberin ahlakıyla ahlaklanan bu insanlar yaşantılarına erdemi kaim ve hakim kılmak suretiyle hem hayatlarında mesut oldular hem de yaşadıkları asrı saadet çağı yaptılar. Şayet Hz. Peygamberin bilge liderliğinden yararlanılıp erdemli toplum özelliğine sahip olunursa insanlık yeniden saadet çağını yakalayabilir.
Bu da her şeyden önce Hz. Peygamberin beşeri varlığı yanı sıra bir de manevi şahsiyetinin olduğunu düşünüp kabul etmekle mümkündür. Onun manevi şahsiyeti ise Kur’an’ın “orijinal tatbikatı” demek olan sünnet ve hikmetinde mündemiçtir. O yüce insan, kurucu lider belki mübarek bedeniyle aramızda değildir. Ancak onun sünnetinin ihyası mümkündür ve bunun hayata geçirilmesiyle onun manevi şahsiyeti yine aramıza dönmüş olacak, böylece örnek Resul’ün manevi varlığından sadır olan bereketin, bu asır Müslümanlarının pratiğini verimli kılması mümkün hale gelecektir. Öte yandan erdemli toplumun yeniden inşası da mümkündür. Çünkü böyle bir toplum ütopya değil, örneği olan gerçek bir toplumdur.
Sonuç olarak Müslümanların yeryüzündeki mevcudiyeti hayatın selameti ve insanlığın saadeti bakımından son derece önemlidir. Bunun için erdemli müminlerin hayat tarzlarıyla faaliyet alanında kendilerini göstermeleri gerekir. Çünkü İslam bizatihi taşıdığı hakikat değerinin ötesinde güzel ahlak ile donatılmış erdemli Müslümanların mevcudiyeti ile dünyevi ve tarihi işlevini gerçekleştirebilir. Ancak ahlaki özünü boşaltmak suretiyle hayata geçirilmeye çalışılan bir Müslümanlık anlayışı da Kur’an ahlakı bakımından ciddi bir eleştiriyi hak edecektir. Kur’an’ın insanı onarma, dönüştürme ve yeniden inşa etme hususundaki kudreti iyice anlaşıldığında ise bunalım içinde olan çağımız insanına çare olacak kaynağın başucumuzda olduğu görülecektir.