Ramazan Ayı Ve Kur’an’ın İlk Buyruğu
Ramazan, Kur’an vahyinin doğum ayıdır ve beşere insan olmayı öğreten bir mekteptir. Bu mektebin değişmeyen ders kitabı da Kur’an-ı Kerim’dir. Bu yüzden Kur’an, insanı hayat yolculuğunda birlikte yürümeye davet eder, hakikat ve hidayet arayışında ona arkadaş ve yoldaş olmak ister. O, insanı batıla bağımlılıktan kurtarıp iman onuruna ve özgürlüğüne kavuşturur. Bu ayda tutulan oruç da bizi alışkanlıkların yönlendirdiği rutin hayattan sıyırıp bilincin aydınlığı ve iradenin kararlılığı ile sürdürülen yeni bir anlayışa ve yaşayışa eriştirip ahlakımızı güzelleştirir.
Bilindiği gibi Allah’ın insanlığa Kur’an’la seslenişi Ramazan ayında ve “oku!” buyruğuyla başlamıştır. Öyleyse Kur’an’ın ilk buyruğu “oku!” oluyor. Bu yüzden de hem okumak hem de okumanın anlamını bilmek gerekiyor. Çünkü okumak anlamayı getiriyor ve bilmeyi gerektiriyor.
“Okumak” kelimesi Türkçe sözlüklerde “yazılı bir metne bakarak onu telaffuz etmek, öğrenim görmek, dua etmek, davet etmek/düğüne, kınaya çağırmak, ezan okumak, üfürükçülük yapmak, bir şeyi berbat etmek ve meydan okumak” gibi anlamlara geliyor. Bu da okumanın hem çok anlamlı bir kelime hem de çok amaçlı bir eylem olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte genel olarak “ dış kaynaktan alınan söz ve mesajları veya bir yerde yazılı olan kelime ve cümleleri bilinçli olarak hafızaya alıp nakşetmeye ve onları düzenli biçimde sese çevirip dile getirmeye/telaffuz etmeye” okumak deniyor. Türkçedeki “okumak” kelimesinin Arapçadaki karşılığı “kıraat”tır ve bu kelimenin “Kur’an”la kök birliği vardır.
Peki, “ Yaratan Rabbinin adıyla oku!” buyruğunu nasıl anlamak gerekir? Bu soruya en doğru ve doyurucu cevap, Hz. Peygamberin söz konusu buyruğa muhatap olup Hira dağından Mekke’ye indikten sonra yaptıklarına bakarak verilebilir. Zira Hz. Peygamber ilk vahyi aldığında önceki kitaplardan hiçbirini okumamış ve daha önce de dini bir görevde bulunmamıştı. Bu yüzden Kur’an vahyinin ilk ayetinde yer alan “oku!” buyruğu, yazılı bir metni okumaktan öte tıpkı ezan okumak gibi bir eylem çağrısıydı. Bu durumda ilk hitaptaki “oku!” emri: “ Ey ümmi peygamber! Bu ilahi sözleri dikkatlice dinleyip zihnine iyice nakşet ve gönlüne yerleştir.
Sonra da insanların önüne çık, kendini peygamber olarak tanıt, bu ilahi mesajı insanlara duyur ve onları Allah’ın sözüne uymaya çağır; inkar ve şirke de bu mesajla meydan oku!” anlamına gelmiş olmalıdır.
Çünkü Hz. Peygamberin bu emri alıp Mekke’ye indikten sonra yaptıklarına bakarsak “oku!” emrinin belirtilen manaya geldiğini görmekte zorlanmayız. Zira Hz. Peygamber Nur dağından şehre indikten sonra kitaplarla dolu bir kütüphaneye gidip orada harıl harıl kitap okuma işine girişmemiş,bilakis aldığı ilk vahiyleri zihnine ve kalbine iyice nakşedip onları önce eşine bildirmiş, sonrada insanların önüne çıkıp kendisini Allah’ın elçisi olarak tanıtmış, kendisine vahyolunan ilahi mesajı da en yakınlarından başlayarak ulaşabildiği herkese duyurmuş; bu durum yaklaşık 23 yıl sürmüş, 23 yılın sonunda bu süreci her aşamada yönlendiren ayetler/ ilahi sözler bir araya getirilmiş, onların her birine veya toplamına “Kur’an” denmiştir.
Sonuç olarak Kur’an Kendi bütünlüğü içinde ve sahih sünnet ışığında düşünerek okunması halinde doğru anlaşılabilir. Çünkü o, Hz. Peygambere tutarlı bir bütün oluşturacak şekilde ve belli bir düzen içinde vahyolunmuştur. Öyleyse Kur’an’ı öncelikle belirtilen şekilde okuyup anlamaya çalışmalıyız, Sonra da anladıklarımızı tutarlı bir yöntemle hayata taşımalıyız. Zira Kur’an açısından okuma sadece bir tür değil, aynı zamanda bir tavırdır.