Zamanın Farz Olan Ameli
İman kaynaklı Salih ameller hem çoktur hem de çok önemlidir. Ama içinde bulunduğumuz zaman ve konjoktürde hangisi daha önemli ve önceliklidir? Buna da bakmak gerekir. Bu da “zamanın farz olan ameli” ilkesine bağlı kalınarak gerçekleştirilebilir.
Günümüzde zamanın farz olan ameli veya yeni davranış modeli olarak daha ziyade iç arınmaya ve bireysel kurtuluşa önem verilmekte, mücadele meydanları terk edilip bunun yerine defalarca hac ve umreye gitmek öncelenmekte ve önemsenmektedir. Elbette iç arınma da, hac ve umre de önemlidir. Ancak bu tür geri çekilmelerin ve bireysel alana yoğunlaşarak içe kapanmaların, mücadele meydanlarını ölüm sessizliğinin hakim olduğu mezarlığa dönüştürdüğü de bir gerçektir. Çünkü ümitlerini ve iç dirençlerini büyük ölçüde yitirmiş olanlar, mücadelenin uzun soluklu zorlu sürecine daha fazla direnemeyeceklerini görüp meydandan kaçıyorlar. Tabi ki böyle zamanlarda diriliş ve direniş önderlerine büyük görevler düşmektedir. Zira böyle bir dönemde onların söz ve tavırları daha da bir önem ve anlam kazanmaktadır. İşte birkaç örnek:
Tâbiin âlimlerinden Abdullah b. Mübarek, Haremeyn âbidi lakabıyla nam salmış olan Fudayl b. Iyaz’a gönderdiği nasihat mektubunda şunları yazıyordu: “Ey Haremeyn âbidi! Bizim halimizi görseydin ibadetlerinin seni sadece oyaladığını anlardın.” Zira onun bu mektubu yazdığı günlerde Rumlarla büyük savaşlar yapılıyordu. Böyle bir süreçte İslam toplumunu ileriye götürecek ve huzura erdirecek en faziletli amel, yani zamanın farz olan ameli -çok sevap olmasına rağmen- Mescid-i Haram’da çakılıp kalmak değil, savaş meydanında yer almaktı.
Büyük İslam alimi İbn Teymiyye de Müslümanları cihada teşvik ederken: “Kesinlikle Moğollara karşı galip geleceğiz.” diyordu. Çevresindekiler onu “inşallah” demediği için eleştirince de onlara şu cevabı veriyordu: “ Ben zaferin bizim olmasını yürekten dileyerek ve üzerime düşeni de yerine getirmek suretiyle inşallah diyorum, sadece dilimin ucuyla değil.” Çünkü o, Allah’a samimiyetle bağlanıp gereken çaba ve gayreti gösterenlerin kesinlikle başarıya ulaşacaklarından, zamanın farz olan amelini hakkıyla yerine getirenlerinse arzuları gerçekleşmeden hayatları sona erse bile Allah’ın rızasını kazanacaklarından emindi.
Sonuç olarak Müslümanlar inanç ve umutlarını yitirmeden zamanın farz olan emellerini en iyi şekilde yerine girmeli, ortalama insanların ütopik gördüğü şeylerin nasıl üstesinden gelinebilecek işler olduğunu herkese göstermeli, bireysel çözüm arayışlarından ve ümitsizlik sendromundan uzaklaşıp kolektif ve örgütlü mücadeleye yönelmelidir. Bütün bunlar yapılırken nebevi tecrübe tekrar tekrar gözden geçirilmeli, sıfır verilere rağmen tarih yazabilmenin ve yapabilmenin imkan dahilinde olduğu herkese gösterilmeli, özellikle de Allah’ın, görevlerini hakkıyla yapan kullarına hayal ettirdiği şeyleri hakikat olarak gösterip yaşatacağına inanılmalıdır. Mesela geçmişte nebevi tecrübe, son asırlarda da Alman ve Japon deneyimleri, vaktin gerekli gördüğü ameli hakkıyla yapanların sıfır verilere rağmen değişim ve zaferi nasıl gerçekleştirdiklerini gösteren gerçekler olarak okunabilir. Aksi halde dağa tırmanmayı göze alamayanlar, ömürlerinin sonuna kadar çukurda yaşamaya mahkum kalırlar.