Gürüldeksu ve Keloğlan
Su nerde?
İnek içti.
İnek nerde?
Dağa kaçtı.
Dağ nerde?
Yandı, bitti, kül oldu!
Anonim
Ben babamın basit Keloğlan masallarından bir tanesini anlatacağım.
Bir varmış, bir yokmuş,
Allah'ın kulu çokmuş.
Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Develer tellâl iken,
Pireler berber iken,
Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken,
Var varanın, sür sürenin,
Destursuz bağa girenin hali budur hey!
Yârân-ı safa, Bekri Mustafa,
Kaynadı kafa...
Ak sakal, Kara sakal, Pembe sakal,
Yeni berber elinden çıkmış bir taze sakal...
Kasap olsam sallayamam satırı,
Nalbant olsam nallayamam katırı,
Hamamcı olsam dost ahbap hatırı...
Doğru kelâm, bir gün başıma yıkıldı hamam.
Dereden siz gelin, tepeden ben.
Tahta merdiven, Taş merdiven, Toprak merdiven...
Tahta merdivenden çıktım yukarı,
Ol güzel kızlar; andıkça yüreğim sızlar.
O perdeyi kaldırdım,
Az gittik, uz gittik,
Dere tepe düz gittik,
Altı ay, bir güz gittik...
Bir de arkamıza baktım ki,
Bir arpa boyu yer gitmişiz.
Yine kalktık, gittik,
Gide gide gittik...
Göründü Çin Maçin padişahının bağları...
Girdik birine,
Değirmencinin biri değirmen çevirir.
Yanında bir de kedisi var.
O kedideki göz,
O kedideki kaş,
O kedideki burun,
O kedideki ağız,
O kedideki kulak,
O kedideki yüz,
O kedideki saç,
O kedideki kuyruk...
....
Zengin bir Padişah'ın uzak ülkesinde, Keloğlan ve anacığı yaşarmış.
Yemyeşil bahçelerin olduğu ülkede her şey pek bolmuş. Bahçelerdeki ağaçların dalları meyveden kırılırmış. Gün dönmüş, devran dönmüş, karpuz atsan çatlar, elini soksan donar, gürül gürül akan Padişah'ın Gürüldeksu'yu bir anda kesilivermiş.
Balıklar ölmüş, ağaçlar kurumuş, vadi kararmış susuzluktan... Padişah, suyun peşine adamlarını yollamış.
Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler... Kaf Dağı'nın ardındaki suyun çıktığı mağaranın başına gitmişler. Gitmişler de ne görmüşler? Sivri dişli, çelik pençeli canavar, koca bir kayayı mağaranın ağzına yuvarlamış. Kendisi de kayanın dibinde boylu boyunca yatıyor.
Padişah'ın yedi cengaveri yedi kılıç çekmişler, yedisi de kelime-i şehadet getiremeden Canavar'a yem oluvermişler. Padişah'ın adamlarından haber gelmeyince kırk cengaver daha göndermiş Padişah.
Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Hepsi pusuya yatmışlar. Sağdan yanaşmışlar olmamış, soldan kıstırırız demişler dönmemiş, önü arkası kâr etmemiş, otuz dokuz yiğidi bir lokmada mideye atıvermiş canavar. Bir asker, korkudan delirmiş de kaçıvermiş, zor kurtarmış canını.
Padişah ne yapsam diye kara kara düşünmüş... Düşünmüş de tellal çıkarmış her yere:
"Duyduk duymadık demeyin, Peynir ekmek yemeyin, Padişah'ın Kaf Dağı'ndaki Gürüldeksu'yunu bu uğursuz Canavar'ın elinden her kim kurtara, Padişahımız kendüsüne bin kese altun bağışlayup güzeller güzeli kızını o yiğide nikahlaya."
Haberi duyan nice bahadırlar, pehlivanlar, külhanbeyleri yola düşüp gitmişler, ama nafile... Giden bir daha geriye dönmemiş.
Keloğlan, Padişah'ın kızına çok zamandır aşıkmış... Yaşlı anasını alıp üç kez istemeye niyetlenmişler de sarayın kapısındaki muhafızlardan bir çuval sopa yiyip dönmüşler.
Keloğlan bir gün anasına: "Biraz ekmek, biraz da katıkla helva bırak heybeme, şu Canavar'ı ben de göreyim demiş." Zavallı anası: "A benim akılsız, kel keleş oğlum demiş. Dünyada senden başka kimim var, bırakıp gideceksin beni, razı olmam!" demiş. Canavar'a uzaktan bakıp geri döneceğini söyleyen Keloğlan, anasını zor bela ikna etmiş.
Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş... yorulmuş da oturmuş bir kayanın başına. Çıkarmış heybesinden çıkınını: biraz ekmek, biraz katık, bir parça helva... Öğle vakti bir gölge düşmüş kel kafasına. Havaya bakmış bulut yok. Önü-arkası ağaç yok. Bir de ne görsün! Canavar başının üstünde.
Ah Canavar! demiş Keloğlan. Yalnız yemek kadar zor bir şey mi var şu yalan dünyada? Sen de benim gibi bir garipsin. Gel beraber yiyelim, ortak ol şu fakirin sofrasına demiş. Bölmüş ekmeğini, bölmüş katığını, helvanın hepsini de vermiş. Yemişler bir güzel. Olmuşlar arkadaş.
Bak! demiş Keloğlan. Şu Gürüldeksu'yu koyuverirsen, ben de kurtulurum şu gariplikten sen de... Yaşarız beraber demiş. Canavar, açmış suyu. Su fışkırmış, gürlemiş kayadan.
Keloğlan varmadan su ondan evvel varmış saraya. Kimse inanmamış Keloğlan'ın suyu getirdiğine. Padişah'la Vezir alay edip çok gülmüşler anlatılanlara. Al da gel Canavarı Keloğlan, sözümüz söz demişler...
Keloğlan, eve varıp anacığına anlatmış olanları. Anası da inanmamış. Padişah'ın kızının derdiyle, oğlunun delirdiğini söylemiş komşulara.
Biraz ekmek, biraz katık, biraz da helva, Keloğlan yine düşmüş yollara. Varmış Gürüldeksu'yun başına. Canavar, hayattaki tek arkadaşı olan Keloğlan'ı görünce çok sevinmiş. Beraber karınlarını yine doyurmuşlar. Padişah'ın Keloğlan'a inanmadığını söyleyince çok öfkelenmiş
Canavar: "Kalk Keloğlan bin sırtıma, bakalım beni görünce ne diyecek Padişah efendi" demiş. Beraber inmişler şehre. Gören kaçmış, gören kaçmış. Padişah'ın sarayına, Keloğlan ve Canavar birlikte varmış. Kapıları, korkudan bırakmış muhafızlar, askerler dağılmış etrafa...
Padişah'la vezir; elde kadeh, dilde şarkı, suyun gelişini kutlarken bahçede, Keloğlan'la Canavar geçmişler Padişah'ın önüne. Can telaşına düşen Padişah'a:
-İnandın mı demiş Keloğlan?
-Tövbe, inandım! demiş Padişah.
-Verdin mi kızını, demiş Keloğlan?
-Kızımı da sarayımı da verdim! demiş Padişah.
Kırk gece, kırk gündüz düğün yapmışlar.
Kazan kazan pilavlar kaynamış...
***
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Gökten sert bir elma düşmüş.
Bilin bakalım kimin başına?
Ben bilmem kimin başına!?
Kimin başına?