TARAKLI AĞZI
Adapazarlı'ların, bir Taraklılı'ya rastlayınca, kendilerine "çeki düzen verip" süslendiklerini biliriz. Taraklı'daki ayrıcalıkların "yerinde ve yakışırlılıği", bakıp görenlerin de dikkatini celbeder. Allah'ın peşin verdiği -ne varsa-, veresiye harcanır.
İçinizden biri, çobansı bir iltifatta bulunup, "ne kadar da güzelsiniz" diye fakiri şivşirip sevindirse beyhüde yorulur.
"Bir Taraklılıyı veya Taraklıyı görmeden mi? " diye sorariz. Yöremizde her güzellik Taraklı'yı, ya da Taraklılı'yı çağrıştırır. Taraklılı'yı güzelleştiren nedenlerden biri de, konuştuğu Türkçe'nin kendisiyle özdeşik oluşudur. Bizzat tanıdığınızda da, bu konuşkanlığın Taraklı'dan değil, Taraklılık'tan geldiğini farkedip anlayacaksınız.
Biz, Taraklı'da oturup da, Taraklılı olamamışları da bilir ve tanırız. Bu içgüdüsel bir hassasiyet olup, başkalarını imrendirir . Bizdeki bu inceliğii, herkes (sıradanlar) farkedemez. Belli ki siz farkındasınız. Bu sizin de ârifliğinizi ima eden bir göstergedir . "Görgünün gelenekleştiği kerte", burasıdır. Taraklı başka, Taraklılılık bambaşka şeylerdir.
Hâşa huzurdan, ben de Taraklılıyım'dır.
Gerekiyorsa konuşurum da.
Bizi ilk kez gören yabancılara, "bu beldeyi nasıl bulduklarını" sorun. Alacağınız yanıt, oldukça "manidâr" olacaktır: Yeni bir gezegene indirildiklerini sanıp, "susacaklardır".
Zira "o gezegene " indirildiler mi, yoksa çıkarılıp yükseldiler mi? Artık buna siz karar verin,
Manavız. Bir Taraklılı'nın, -kendi kendine- Manav'ız demesinin nedeni, yaratılışındaki mülâyimlikten gelir. Manavlar'ın İslâmın geleneksel temizliğin simgesi olduğunu düşmanları da bilirler. Bizim sizden ayrıcalığımız, kişisel değil toplumsaldır. Hepimiz vatandaş, tümümüz devlet başkanıdır.
...
Kız kınalar, oğlan eveririz. Kolayca istenip, zorca alınan kız bizdedir. Bize "ağır gelen", şarkıda türküde hafifler.
Bilecik, Eskişehir, Bolu, Ankara arası, iki satırda bitmez.
Bizi sebze yetiştirip, soğan soyan Manavlardan (dükkancı) sanıp, bilmediğini de bilmeyen kültürsüz kişilerden sanmayın. Ayran içişimiz bile, sizinkine benzemez. Yürüyüşü nevi şahsına münhasır olup, döğüşkenliğini sükunetinde gizleyendir. İçinde kuşatılmış toprak olmayan kitabı okumayız.
Taraklı'ya dönecek olursak :
Dableis, (Doris, Dablis, Dablai) dedikleri eski adını, "YENİCE TARAKÇI" ya çeviren biziz. Antik Dönemlerin "Bitinya Bölgesi" burasıdır. Bursa Tekfurluğu-na bağlıymış. Tekfuru -bir ara- Yuannis'miş.
İstanbul Sirkeci'de Bizans'ı, 700 hanelik bir "Türk Mahallesi" inşa etmeye zorlayan Türk yoğunluğu, ne yazzık ki M.1402 Ankara savaşında bizi yorup esnetmiştir.
İmparatora bir de mescit yaptırırız .
Taraklı'nın insanı da Manav'dır. Çerkez Abaza ve Gürcülerdeki "muhabbet-e" benzer, usul ve adetler bizde yoktur. Arab kültürünün insanı Peygamberleştiren ve onu kul olarak tescil edip yaradana teslim olan yanı Sunni disiplindir. Bizim çehremizi "yarın ölececekmiş gibi hazır olmaklık, mezhebimize zerk edilmiş telkindir. Bu telkin bizim kahraman ırkımızı pasifize etmiştir.
Taraklı'yı kuşatanlarla Hisar Mahallesinde erik burcu kurutanlar aynı değildir. Sünnî disiplin Manavların döğüşken yanını yoğun İslam kültürü ile, pasivize edip mayıştırmıştır. Taraklı'da Müslüman Sabah Güneşinde değil, Sabah ayazında yatağında büzülmüştür . Şeytan İslam'ın insanı pasivize eden durgun yanını, ocak başında da şivşirip oynaşarak, İslâmı kırk parçaya bölmüştür.
Bizim sevdalarımızı bile, Arablar kıskanıp yasaklamıştır. O nedenle bizim "sevdalarımızın" akı değil -bağışlayın- KARASI saklıdır . Ve o nedenle sevdânın "karası" öldürür. Karasevda'dan ölenin mezarı değil türbesi olur.
Cem-i cümle'nin bildiğine biz, "sır" deriz.
Dile düşen "Leylâ da olsa, " açıkta ser sefil gezemez. Bir yerlerde kimseciklere danışma-dan iklimine avdet eder. Onun için en müsait sığınak, "türkülerimizdir". Önce yüreği, sonra türküsü yanacak. Yakılan türkünün külü de, peşinden gelen kuşaklara, tandır başında , ağıt olup, hoyrat olup , türkü olup, okunacak.
Babamın "adam olur" heveslyle bana hediye ettiği Türkçe Sözlükte de, bu saydıklarım dizilidir. Başka bir planettin eşyası gibi o sözlüğu çok okudum. Okurken beni, bir ibâdet disiplini tütsü gibi sarıp kapsar, "mabutları kişileşmiş kavimlerin" arasına karışarak gizlenirdim. Bildiğim o ki, bu kitab "kitablaştırilmış" bir evrendi.
Araya yıllar girdi. Arifiye İlköğretmen Okulu'ndayız. Beden Öğretmenimiz , bize "Geyve Zeybeği-ni" çalıp oynamayı yasaklıyor. Oynayana da "ceza" kesince, işin tadı kaçtı. Harmandalı, Somalı, ve Geyve Zeybekler'inin, sihirleri bozulmuş, YABANCILAŞTIRILMIŞ-lardı.
Ulusların derisinin yüzülmesi, demek böyle oluyor.
"Telgrafın tellerine kuşlar mı konar"-ı, kendi mandolininizde çaldığınızda "ceza alırdınız". "Kırmızı buğdey ayrılmıyor çecinden"-i, bağıra çığıra söyleyemezdik. Kültür kavgasında, bundan daha fazla kemirip yıpratan ne olabilir? Geleneğinin üstün-de tepinen yeniyetme bendim. Bizi şivşiren öğretmenler 27 Mayıs 1960 - da, birdenbire "YİFT" deyip, toz duman oldular. Bu demektir ki, "deli deliyi" tanıyordu. İhtilallerde önemli olan kimin "ne dediğinin" anlasıl-ma-ma-sı-dır. 27 Mayıs Bizi sası etmişti.
Velhâsıl, dört kanat Taraklı Çarşısında, Sinaplı'nın terzi dükkanı mı bu, sipariş verip çuha potur diktiresin?
Ancak herkes hissediyordu ki zurnanın "zırt" dediği kertedeyiz. Ükelâlar, çokbilmişler sinmiş, "dili kendi doğasına teslim eden" çoğulculuk (demokrasi) başlamıştır. Şimdi köy kahvesindeki "bana göre" deyip kırıtanlar sinip pısmış, "ne yapabiliriz ki acaba? " diye soran, çoğulculuk (demokrasi) gelip başlamıştır.
Adı üstünde, "Anadil" bu. Artık devlet başa, kuzgun leşedir. Devleti -onu-, siz kursanız bile, vatandaşa "DİL" gerek. Bunu bilmeyenin bağrında boza pişirirler. Taraklı deyişiyle, "gos gos koca kamburun adı, "DEVLET - tir. Ne Keçiören devesi, ve ne de hısım akrabası, bu yükü taşıyamaz. Düşün ki "ANA-dildir" aranan, "ARA-dil" değil. O Türkçe'nin İstanbul'a girmeden önceki, "Anadolu'lu" (Yenice Taraklı'daki İzmit ve Hereke'deki) hâli üstüne konuşuyoruz.
Bu iş boyumuzu aşmayı aşdı da, ayakkabı vurmadan bitsin.
İnsanı kırk yıllık dostları bile, "o hasta ve kocadı" diye, tolarize edip musamaha ile karşılamıyor. Üstünüze üstlük, konuştuğun Türkçe'den de sorumlusun. Kendini elli yıl Edebiyat Öğretmeni sanan, gecekondu bakkalı sensin. Yalnız "benzeyeniyle" konuşarak merâmın serildiğini sandıran bu emsalsiz dilde karar kılıp , bönleşmenin nedeni, "dil" değildir. Kendilerine benzer bulunmayan efemine tipler türedi. "Eski dostlar" artık şarkılarda da yok. O dostlar ki birdenbire, ciddileşip külleştiler? Çocuk kalıp, güldüren eğlendiren "palyaço" sensin. Onun ensesinde senin kolun hem fazla, hem de lüzumsuzdur.
Daldık !
Gerçekten bu kitapta, "Taraklı Ağzı'nı" didikleyip, yarınlara bırakacağımız unutulmasın. Tarihimize tanık, geleceğimize hissedâr edip, bizi sahipsiz bırakmamalısınız. Geçmişimizi belgeleyip, hazır olduğumuza fehmetmelisiniz.
Bu çalışmada Taraklı'da Konuşulan Anadilimizin bize özgü "Ağzını" yarınlara kalsın, düne şahitlik etsin diye çeğiz gibi özenle sandıkladık.
Bu kitap elbette her faninin yaptığı iş gibi eksiklidir, okuyan herkes, gördüğü eksikliği bir , köşeye not eder de zamanı geldiğinde bize ya da kitabı yayımlayan arkadaşlara iletirse, anıt tamamlanacak, benim değil bizim, "Taraklı Ağzı", Taraklı'nın eseri olacaktır.
.. Ahi Naci İşsever
Emekli Öğretmen
#