TA-Hİ-DER'den Darbe Açıklaması

İzzettin KÖMÜRCÜ

Aziz Türk Milleti, Değerli Taraklılılar;

15 Temmuz 2016 tarihinde başta İstanbul, Ankara ve İlimiz Sakarya olmak üzere Türkiye’nin çeşitli noktalarında FETÖ/PDY eliyle gerçekleştirilmek istenen darbe girişimi; Allah’ın yardımı, milletin direnci ve sağduyulu güvenlik güçlerinin çabaları ile şimdilik püskürtülmüştür.

Taraklılara Hizmet Derneği (TA-Hİ-DER) olarak darbe girişiminin başladığı ilk andan itibaren organize olunup seçilmiş yöneticilerle birlikte nasıl bir yol izleneceği istişaresinde bulunulmuştur. Atılacak her türlü adımda tüm kesimlerle ortak hareket edilmesi kararı alınmıştır. O gece Sakarya ve İstanbul’da direniş gösteren kardeşlerimiz ile sürekli irtibat halinde kalınarak, Taraklı’ya da sirayet edebilecek olası müdahalelere karşı teyakkuz halinde sabaha kadar beklenmiştir. Fakat tehlike geçmemiştir.

Bilinmelidir ki bu darbe (iç savaş) teşebbüsü, sadece zikredilen terör yapılanmasının tek başına gerçekleştirebileceği bir iş değildir. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997’de yapılan darbeler hangi gücün dahli ile gerçekleştirildi ise bugün de aynı kuklacı sahnenin arkasında ipleri hâlâ elinde tutmaktadır.

Türk Milleti’nin cesur ve kararlı duruşu bu mel’un oyunu şimdilik bozmuştur.

Elbette piyonlar verilen görevi yapacak, hatta bazen bu görevi bilmeden ifâ edecek, görevleri bittiğinde ise kuşkusuz kendileri de bitip tükenecektir. Ancak bu piyonları kullanan güçler (Başta ABD olmak üzere dış mihraklar) müfsit emellerini gerçekleştirebilmek için yeni piyonlarını devreye sokmaya devam edecektir.

Nitekim darbe girişimi sırasında ve sonrasında Batı basınında; Türklerin, “IŞİD sloganlarıyla/Tekbirlerle/salâlarla(!)” meydanlara indiği gösterilerek Türk Milleti’nin IŞİD’e yakınlığı algısı oluşturulmaya çalışılıyor. Dışarıya ve içeriye pompalanan algı operasyonları ile “Tayyip Erdoğan’dan bir Saddam üretmek” isteniyor. Böylece Ankara ve İstanbul bombalanmaya hazır ve meşru(!) hâle getiriliyor.

Yaşanan son olay, kâfirlerin bu topraklarda umduklarının darbeden ziyade iç savaş olduğunu açığa çıkarmıştır. Asker-asker, asker-polis, hatta polis-polis çatışmasından sonra etnik, mezhepsel, ideolojik farklılıklar üzerinden tüm unsurların birbirine kırdırılacağı bu iç savaş ortamından, milletin cesur duruşu ile geri dönülmüştür.

Devreye sokulan planın, bir iç savaş ateşi yakmaktan başka bir şey olmadığı böylesine ortada iken; bizlere, Türk Milleti’ne düşen, itidali elden bırakmamaktır. Zira “ucuz ayrımcı söylemler, namluların yapamadığı bozgunculuğu” yaparak, püskürtülmüş olan belayı başımıza her an yeniden musallat edebilecektir. Öyle ki tanklara, uçaklara, namlulara göğüs gerenler, ancak dâhili bir savaş ile dağıtılabilir.

Bilginin sahih olmadığı, her türlü enformasyon kirliliğine maruz bırakılmış bütün kesimlerin, büyük bir zihin karışıklığı yaşadığını müşahede etmekteyiz. Sokakları henüz karıştıramayanlar, medya üzerinden oluşturdukları kirli bilgi bombardımanı ile zihinlerimizi karıştırmayı başarmıştır. Böyle puslu havalarda gerçek tam mânâsıyla seçilemediğinden at izi it izine karışabilmektedir. Bu karanlık ortamda ise devreye “is/piyon/cular” ve “muhbirler” girer. Kimin kime husumeti varsa -şahsi yahut içtimai- kalbindeki marazı ifşâ eder. Hâl böyle iken zulüm, artık birbirimizin eli ile gerçekleşecektir.

Türk’ler, Kur’an-ı Kerim’den başka bir hakikat yolu tanımamalı. Zira adalet, Batı’nın demokrasisinden değil, Kur’an’ın ahlakından tecelli edecektir. Batı referanslı, evrensel soslu kavramlar üzerinden milletin şehadetinin yanlış tanımlanması, hâlâ gerekli derslerin çıkarılamadığını göstermektedir. Şehadetin demokrasi üzerinden okunup Kur’an üzerinden okunmaması, ahlaki ilkelerden vazgeçmeyi de beraberinde getirmektedir.

Şehitlerimizin kanı henüz kurumamışken, bir şölen havasında gerçekleştirilmekte olan “Demokrasi Nöbetleri”, verilen izzetli mücadeleyi akâmete uğratabilir. Tutacağımız nöbetlerde, övünmeyi bir kenara bırakıp, her zafer sonrasında övgüyü Allah’a layık gören ve günahlardan tövbe eden rehberimiz Hz. Muhammed’in (sav) ahlakı ile ahlaklanmayı şiar edinmeliyiz. Kuklacının ipine değil, hep birlikte Allah’ın ipine (Hablullah/Kur’an) sımsıkı sarılmalıyız. Hakkı hak bilip hakka ittiba eden, bâtılı bâtıl bilip ondan içtinap eden bir teyakkuz ile meali verilen şu âyetler üzerinde tekrar tekrar düşünmeliyiz:

“İnsanların kendi işledikleri (günahlar) sebebiyle karada ve denizde fesat ortaya çıkmıştır. Belki dönerler diye Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını onlara tattırıyor. ” (Rum Suresi/41)

“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. ” (Enfal Suresi/46)

Tehlike henüz geçmedi…

Agâh olunuz.

TARAKLILARA HİZMET DERNEĞİ

(TA-Hİ-DER)