FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
Fâzıl Hüsnü Dağlarca'nın yazdığı "şiir", Türkiye Cumhuriyeti'nde, "duyulduğunda insanı ağlatan" bir şiirdir. Gönlündeki "toprağın bekâsı" da ancak, "ş a i r i n ş i i r i" ile sağlanabilir.
Onun şiiri nedeni "kendinde gizli olanın" şiiridir. Şairin genleri, aslına avdet ettiğinde, nura garkolur.
Fazıl Hüsnü Dağlarca, yazacağı şiirler için mi yaratılmıştı? Onun yaratılışında, kudretin "şiir zaafı" mı vardı.
Yani:
Nedeni kendinde gizli olanla mı ilgisi yoğundu ? Şiir içinde doğan, ve ömrünü şiire hasretmiş biri miydi?
Adanmışlıkla "adak" arasında gezinen değer, o muydu? Yaratıp can veren -"cin'sizi" kim tahayyül etti.
ŞAİR de bizimle birlik, kendini “Türk Şiiri'nde” izledi. Ya da Türk Şiiri, şairin kendi nefsinde kayboldu. Zira böylesi bir şiirle, böylesi bir şairin, böylesi bir şairle de, böylesi bir şiir'in yan yana durabilmesi doğal değildi.
Şair'in aradan çekilip, onun şiirine öncelik vermesi gerekiyordu. Onun kaynayan duygularına geri dönüşü çok çekmedi. Şiirindeki "ölümsüzlük” kendini şairinden kıskandı.
Artık kıskanılamayacak. Çünkü aradaki DEV, devrede değil. Bu manidâr kertede, insanoğlunun ölmek zorundalığı bir yana, gerçek ölümsüzlüğün muallakta emsali yok.
Görüyorsunuz.
Çağdaş olgular, destanların nabzında atan tempoyu kestiğı için, yetim kaldılar. Ben de burada "destanları yetim kalmış" bir ulusun, mensubu olarak, onun “destanından" el çe-kiyorum.
Biliyorum analar daha deste deste şair doğuracaktır. Ne yazık ki doğacakların tü-münün kudreti, bir destan kapısında bekleyerek, haddini kendi çizecektir. Dilerim Allah, bu millete, "bir destan daha", yazdırmaz.
Avunuyorum, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, “çocuklara yaslanarak” ne demek istediği meydanda. Zihnimi yoruyorum da, duygularım beni yanıltmıyor . Şair çocukları: Gelmemiş ve bir daha gelmeyecek zamanın içinde gördü. Ölüm onun için bir atlama taşı olarak algılandı.
O çocuklarla konuşurken, “şimdiki zamanı" kullanıp, geçmiş zamanı görmek istemediğinden, evrendeki ibadetine geç kalmamak için kendini hep taptaze abdestli tuttu. Evrenin geniş kanatlı kapısında çocuk kalmayı tercih etti.
Elinden gelse, doğmamış olmayı deneyecekti. O nedenle, "onun şiiri" bizde:
“Bu beşer sözü olamaz!, ” zehabı uyandırırdı. Çünkü onun gibi yazan birini tanımadığımız ne denli gerçekse, gelecekte de tanıyamayacağımız, o denli gerçektir.
Yaratılış öncesi -muallakta- zemin aradı. Bu isteğini de çocuk masallarında özenerek anlatılan, "cürümsüz nur tortusu" olarak algılanıp değerlendirildi.
Bazı şairlerin benzerleri yoktur. Onlar kıskanılamaz ve onlara öykünülmez de.
Yarsımak için, hat hudut ister.
Emrah’dan sonra, çok gevezelik eden -güya halk şairi- çıktı ama, onun gibi “dedim dedi” diyebilen bir yiğit çıkmadı !
Fransız Ribaut da taklit edilemedi.
Sonuç:
Çağ denen zaman dilimi, "o ezici silindir", mekanik çarklarını , mecazlarımızın harmanında, döndürüyor. Bu harmanda: Yapay olana dil, dilden anlayana da gönül gerek. Ana rahmindeyken mayası, "şiir ve şairliğe çalınmış" kişilerin dilinde “bayrak”, dildir. Benim hafsalamda da, Anadilim Türkçe'dir.
Şimdi bilinen o ki:
Dağlarca’da Türkçe'nin harmanı savruluyor. Asya bozkırlarına kadar
yayılmış.
Yahya Kemal'de ise, İstanbul ve Balkanlar'a çömelmiş. Fazıl Hüsnü Dağlarca’daysa , Türkçe’nin mekanla ilgisi, Yahya Kemal’deki kadar " j i l e t "
çizgisiyle" sınırlı değildir. O Türkçe konuşulan her yere, "vatan” gözü ile baktı.
Dahası:
Toprakla yoğrulmuş bir algılama içinde olan şair, Türkçe’nin konuşulup
salındığı her zemine "bayrak dikerek" orayı "vatanlaştırırdı".
Dağlarca okunurken nefesimizin kesileceğini hissedersiniz. Duyulduğunda
yutkunur duygularınız hodalak gibi ümüğümüze dizilir. Kendinizin tıkandığını
bile bile, bizi “boğulasıya” yorarsınız.
O diyor ki:
“Elimde değil, bir mısra dengesini ve dengini bulacak diye, gecelerimi
tüketirim ben!” Bizi değil, kendini tehdit eden bu disiplinin, ömrü boyunca bayrak-
tarlığını yaptığı topraklar üzerinde sefere çıkardı.
O kendi şiirine çalınan, "Cumhuriyet" mayasının, kişiliğine bulaşmış, eser mik-tarından da ötedeydi. Devletimizin müh'rüyle (mühürüyle) tastikli mayasıydı.
Cumhuriyetimizin kendi genlerindeki değişmezlikler, bize yeter.
Emânet ettiği "şiirinin" kadr-i kıymeti, vârislerince bilineceğinden emindi.
Türkçe konuşulan her yere, sahip gözüyle "bizim" dedi. Bu nedenle tek kişilik milletinin yanında kalabalığa karıştı.
Nur içinde yatasın.
Ahi Naci İşsever
#