Muhacirlikten Kurtulamadık ki....!
1950'lerde çocuk, 70'lerde delikanlı, 2010'larda yaşlanmıştık. Geçen zaman içinde yıllar yılları kovalamış, acılarımız artmış, sevinçlerimiz azalmıştı. Toplumsal kaynaşma azalıyor, toplumsal ayrışma artıyor. Kutuplaşma artıyor, sevgi ve kardeşlik azalıyor. Ortak kullanım mekânları artıyor, mekânları kullananlar azalıyordu.
Arkadaşlıklar, paylaşma, bölüşme, dostluk azalıyor ve sanallaşıyor. İnsanlar artık yüz yüze konuşamıyor. Sanal ortamı kullananlar oldukça kötü ifadelerle birbirlerini tahkir, tahrik edici ifadeler kullanıyor. Okul önlerinde bırakın sigara satmayı alenen uyuşturucu satıyorlar. Bütün bunlar olurken köylerden , kasabalardan ve küçük şehirlerden büyük kentlere göç devam etmekte yanı muhacirlik bütün canlılığıyla ülkede sürüp girmekteydi.
Yaylalarda artık yanık kaval sesleri yok. Kuzu melemelerine, at kişnemelerine rastlanmıyor. Okullarda kim ne söylese söylesin artık "Fatih, Kanuni, Genç Osman, II. Abdülhamit ve Gazi Mustafa Kemal'lerin ideallerini taşıyacak, anlayacak ve gelecek kuşaklara nakledecek nesiller yetişmiyor". Akif'in ideali olan "Asımın Nesli", Fikret'in istediği "Haluk'un Nesli" şahsında oluşacak gençlikte artık yetişmiyor. Altın nesli de gördük. Kindar nesilde artık toplumun yararlarını saramıyor.
Parçalanan aile yapımız ciddi sorunlar yaşıyor. Genç evlilere nasihat edecek dedeler ve nineler yok. Onun için her üç evlilikten biri boşanmayla sonuçlanıyor. Her yıl yüzlerce kadın eşi tarafından öldürülüyor, darp ediliyor ve bu evlerde yetişecek güzel nesiller bekleniyor...!
Komşusunun sevincini, acısını paylaşmayanlar nasıl olurda fetih toplumu diye yine topluma takdim edilir..? Bunu izah edende çıkmıyor.
Karayollarında her yıl binlerce can kaybı olurken maddi ve manevi kayıplarımızın bilançosu çıkarılmıyor. Cami kürsülerinde anlatılan vaazlar, cuma günleri irad edilen hutbelerden dolayı camileri terk edip bireysel namaz kılanların sayısı hızla artıyor. Ama Diyanet İşeri Başkanlığı çaktırmadan siyasetin ortasında yer alıyor, sonrada kalkıp şikayet ediyor. Televizyonlarda din anlatanların anlattığı dinler birbiriyle örtüşmüyor. Dini toplum hayatında etkisizleştirenleri de sorgulamıyoruz.
Ticari hayatta meydana gelen olumsuzluklar, icra dairelerin artması, ödenmeyen çekler, senetler tüccarın, üreticinin esnafa güvenini sarstığı bir ortamda köylerden kasabalara, kasabalardan şehirlere yönelen kontrolsüz göç yerleşik kültürü alt üst ediyor. Tarihî örf, adet ve töreler bir bir yıkılıyor. Aslında her göç bir inkılaptı. Her göç yeni muhacir ve ensar doğuruyor. 1980 sonrasında anormal artışla zirveye çıkan göç dalgaları sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel alt yapıları tahrip ediyor, şehirler gettolaşırken her türlü kötülüğe kapılarını açmış, kültürel , ekonomik, ahlakî yapıları bozmuş, kentler ve kasabaların içine birde Suriye'den binlerce göçmen gelince ne yazık ki istenmeyen, insani olmayan olaylar vukuu bulmaya başlamıştı. Muhacirlikten kurtulamayan Anadolu insanı yeni gelen muhacirleri kucaklayacaktı. Yani muhacir muhaciri misafir edecekti ama ortada Ensar yoktu.
Halen devam eden terör olayları, iç ve dış tehditler insanımızın ruhsal yapısını çökertmekte istenmeyen olaylar peş peşe gelmektedir. Bütün bunlardan sonra acilen alınacak tedbirlere gelince 80 milyonu kardeş yapacak söylemleri ülkeyi yönetenlerin gerek beden dilleriyle, gerekse söylemleriyle hayata geçirmeleri şarttır.
Tüm basın ve yayın araçlarıyla toplumun her katmanındaki söz ustalarına tarafsız ve ülkeyi kaynaştıracak konuşma, panel, miting ve her türlü eleman kullanılarak "Türk Milleti" ve "Türk Devleti" üzerinde oynan oyunlar deşifre edilerek sağlanmalıydı. Hayalî, hamaset kokan, politik, ekonomik ve tarihsel söylemlerden kaçınılarak ortak söylemler geliştirilmeliydi.
Adalet mekanizması hızla devreye sokularak tarafsız ve bağımsız yargı oluşturulmalı, bütün mesele "Türk Devletinin Varlık ve Bekâ davası" olduğu kabul edilerek, bireysel istek ve arzulardan hızla uzaklaşılmalıdır. Makam ve mevkiler için agresif bir dil kullanmaktan kaçınılmalıdır. Söz gelimi bir ülkenin yüzde ellisine terörist demek ve öyle söylemler geliştirmekten kesinlikle uzaklaşılmalıdır. Unutulmamalıdır ki makam ve mevkiler geçicidir. Gerçek olan devletin ve milletin birliği ve beraberliğidir.
Bunlar yapıldığında İnsanımız yeniden ensar ve muhacir olduğunu hatırlar ve büyük davalara yönlendirilebilir. Yapılmazsa etrafımızı yanarken onun sıcaklığı eninde sonunda bizlere ulaşır ve bizleri de kavurur. Ensar ve Muhacir olmanın ön şartları gerçekleştirilmeden kardeşleşmenin olmayacağı asla unutulmamalıdır.