Bir Savaş Taktiği
İsterseniz öncelikle Satranç'ın şu meşhur hikâyesiyle başlayayım.
Bir gün satrancı icat eden zat o ülkenin şahının huzuruna çıkar ve bulduğu oyunu gösterir. Şah oyunu çok beğenir. "Dile benden ne dilersen?" der. Mucit gayet alçakgönüllü bir ifade ile basit bir istekte bulunur. İsteği şöyledir: "Satranç tahtasının ilk gözüne bir buğday tanesi, ikinci gözüne ilk gözdekinin iki katını koyun ve 64 gözü bu şekilde doldurtun." Şah da bundan kolay ne var diye düşünür ve "hesaplayın isteğini verin" diye emir verir vezirine. Vezir hesaplar ama hesabın içinden çıkamaz, daha sonra matematik bilgisine güvendiği maliye nazırına başvurur ve hesabı birlikte yaparlar. Ama ne görsünler. Ortaya çıkan sayı o kadar büyüktür ki, memleketin yıllık buğday ambarlarında buğday kalmaz, isteği yerine getirmek için, komşu ülkelerden buğday satın alırlar.
Hikâye böyle. Aslında bu hikâye satrancın ne kadar mükemmel bir oyun olduğunu gösteriyor.
İşte Satranç...
İyi olabilmenin sadece zekâ ve tecrübe ile mümkün olduğu yok etme oyunu. Aslına bakarsanız İran Şahının bu oyunu isteme sebebi, şansa dayalı bir oyun olmamasındandır.
Satranç diğer zekâ oyunlarından farklı bir oyundur. Bir savaş taktiğidir. Yaşama kazandırılmış yeni bir bakış açısıdır. Aynı zamanda bir oyun bir spor taktiğidir. Futbolda, basketbolda, taekwondo da hep yanındadır satranç.
Hayat ta bir satrançtır aslında. Kaybedeceğimiz ve kazanacağımız bizim ellerimizde. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi...
Bunun içindir ki satrancın değişmeyen kurallarını bir kader olarak algılarsak, oyun sonucunuda galibiyetin ya da mağlubiyetin bilgiye ve zekaya dayandığını da bilmemiz gerekir.
Selâm ve dua ile…
#