Şehrazat
I.
Şehrazat gitti.
Onu götürdüler uzağa,
Bilmediğim yerlere,
Görmediğim diyarlara.
Erteledim kelimelerimi,
Adımlarımı durdurdum,
Kaçırdım gözlerimi,
Şehrazat gitti.
Şehir onunla doluyken
Boşalttılar bir anda,
Çıplak, sahipsiz bir meydan gibi
Savaşın metruk şehirleri gibi
Enkazlar arasında bir hayalet,
Dolanıyorum.
Onun sokağı, saadet kapısı,
Kaç mahalle, kaç sokak,
Köprülerden geçerdim
Semtine varmak için.
Hepsinin rengi farklı, kokusu,
Dokunan elleri vardı,
Dile gelirdi zaman.
Bazen arkamdan laf atardı evler,
Hızlı git, Şehrazat dışarda.
Koşardım o saadet kapısına,
Saklanırdım köşe başında, gözlerdim.
Şehrazat habersiz benden
Güler, oynar, şen çocuklarla alay ederdi.
Evinin önünden gizlice
Bir çakıl taşı koydum cebime,
Elimi yaktı, bütün vücudumu,
Anlamadım.
Aynı gün haber aldım, Şehrazat gidecek!
Taşın uğursuzluğuna uğradım,
Bıraktım olduğu yere,
Baktım değişmemişti bir şey,
Şehrazat gidecek!
Yüreğimde bir yumruk,
Boğazımda bir düğüm,
Köşeye kıstırılmış bir av gibi çaresiz, titrek,
Sokakların rengi soldu,
Taşlar ayaklarıma vurdu.
Ben yollarda uçardım,
Dolanmazdı ayaklarıma hiçbir engel,
Rüzgâr arkamdan eserken
Islatmazdı yağmur, üşütmezdi kar,
En sıcak günlerde bayıltmadı güneş,
Uyku girmedi gözüme aysız gecelerde.
Kimse arkamdan seslenmiyor şimdi,
Saksıdaki çiçek selamsız.
Boş evin ışığı yanmaz,
Tütmez bacası,
Perdelerinde dolaşmaz gölgeler,
Ben isterdim odalarında dolaşmak ışıksız,
Hem aydınlatır içeriyi, kandilim.
Bu ev anlamını yitirmemeli
Bütün şehir yitirse
Şehrazat!
II.
Gördüler bendeki bu harâbî durumu,
Bildiler hâlim fenâ,
Acınası bir manzara…
Benim kendisini unuttuğum dostlarım var.
Alıp götürdüler beni şehrin yukarısına, ormana.
Ormanda kaldık üç beş gün,
Dağlar konuşuyor, şehrin konuştuğu gibi geceler,
Anlamak zor kakofoni,
Şehrin diline alışık bu kulaklar,
Başka bir orkestra, armoni.
Ormana dağılalım dedi arkadaşlar,
Çok yağmur yağdı gece, şimdiyse güneş,
Ya şehre döneceğiz ya mantar toplayacağız ormanda,
Aşina değilim ormana, şehir işkence,
Dağıldık ormana beş koldan mantar arayıcıları,
Çam ağacının dibinde,
Pürçekler arasında, turuncu minik bir mantar,
Yirmi adım içeride, şimşirin gölgesinde…
III.
Şimdi yeni yerindedir Şehrazat,
Yeni komşuları sever Şehrazat’ı,
Şehrazat sevilmez mi?
Hem okur, hem konuşur,
Hem güler Şehrazat…
Onun şehri beni tanısa
Yollar, saat kulesi, köprüler, minareler,
Çarşılarda ustalar çalışır,
Parklarda çocuklar oynar,
Tıklım tıklım pazar yerleri,
Kâğıt toplar mülteciler,
Erken kalkar kışladaki asker,
Onun şehri beni tanısa…
Beni de sever.
Yola düşmeliyim öyleyse
Şehir bana Şehrazat’ı gösterir,
Yollar eskisi gibi dile gelir.
Bir poşet dolusu mantar,
Benim mantarla işim kalmadı,
Arkadaşlar sevinsin bunlarla.
Nereden geldim?
Nereye gideceğim şimdi?
Her yer her yere benziyor, bir alamet yok.
İki saattir yürüyorum bilmeden
Yosunlar ne tarafı gösterir,
Kamp yeri ne kadar uzakta?
Köpek sesleri boğuk boğuk yaklaşıyor
Derenin öte tarafından
Bir kez geçmiştim saplanmadan çamura,
Yine geçebilirim.
Köpek sesleri yaklaşıyor,
Tüfek sesleri yankılanıyor havada.
Avcıları sevmem,
Onlar hiçbir dilden anlamaz maceracılar,
Ama yolları iyi bilir, iz sürer,
Hayvanların kokularını bilirler.
Yolumu kaybettim ey avcı!
Bu keklik, bu tilki, bu tavşan gibi…
Daha birçok avla dolduracaksın şu kanlı heybeni,
İstersen beni vur,
İstemem yol göstermeni.
Avcıların silahları var,
Bir de belgeleri mühürlü,
Bu mühürler, avcılardan daha acımasız,
Daha soğuk,
Açıyor işgale kapılarını ormanın,
Dilsizlerin dili talan,
Kafasını koparıyor bir ördeğin yaralı,
Mühürlü, belgeli…
Birgün Şehrazat’ın evinin önünde karıncalar,
Çekirdek kabukları sırtlarında,
Sıra sıra taşıyorlar yuvalarına,
Hep Süleyman mı anlayacak bu dili?
Bana da söylediler,
Şehrazat yemiş geceleyin bu çekirdekleri,
Kış boyu yuvalarında Şehrazat.
İşte motor sesi geliyor yukardan,
Hiç bu kadar yukarı çıkmış mıydım?
Ama yol gösterebilir bir şaşkına
Kesim motorlu ormancılar
Yahut köylüler…
Siz ormancı değilsiniz,
Köylü değilsiniz,
Yakacağınız kuru ağaçlar değil,
Ardıç, köknar, meşe, çam…
Hepsi de yetişkin,
Hepsi de yaş…
Ağacın gövdesinden kan akmaz,
İnsanın akar,
Yediklerimiz hep kan,
Erysichthon…
Havada kavisler çizerek döner baltası
Bütün açgözlüler gibi yatışmadı iştahı.
Bunlar orman kaçakçıları değil,
Köylüler, ormancılar da değil,
Bunlar mühürlü belgeleri olan adamlar,
Keskin dişli testereleriyle
Erysichton’un adamları.
IV.
Hava karardı,
Ağlıyor çakal sürüsü,
Uçuşuyor çığlıklı yarasalar,
Ayı ve kurt çıkar mı karşıma,
Yerler mi beni belgeli, mühürlü.
Bu yıldızı takip edeceğim,
En parlak yıldızı, kutup yıldızını,
Şehrazat’ın şehrinden de görünür,
Yolumu aydınlatacak bu yıldız.
İki saat daha yürüdüm durmadan
Aydınlıktı içim, yüreğim ferah,
Ormanın bütün dilini,
Ağaçların, hayvanların, gecenin…
Anlıyorum toprağın kokusunu bile…
Ateş böcekleri döndü etrafımda,
Gözyaşı gibi kaydı bir yıldız.
Gözyaşım gibi…
V.
Bitkin bir halde çöktüm
Büyük kamp ateşinin kenarına,
Bir poşet mantar yanı başımda,
Geciktin dedi arkadaşlar,
Karnımızı doyurduk,
Kızarmış tavşan ve keklik kokusuyla
Çayımız da var, tavşankanı…
Ha ha ha….
İstiflenmiş odunlar belgeli,
Hazmı bekleyen hayvanlar da mühürlüydü.
Anladım.
Onlar da yollarını kaybetmişlerdi ben gibi
Onlar da soruşturmuştu kamp yerini,
Bir kısmı avcılarla bir kısmı kesimcilerle müşterek,
Gecikmediler, dolanmadılar ben gibi
Onların cipleriyle geldiler belki.
Beni Şehrazat’ın yıldızı getirdi.
Şehrazat benim canım.
Bu yıldız Şehrazat’ın şehrine götürecek beni,
Çıkıyorum yola tekrardan,
Er ya da geç kavuşurum Şehrazat’a.
Ona harap olmuş bu şehri götüreceğim yanımda,
O imar edecek.
O iyileştirecek yaralarımı,
Şehrazat.