Meymenetsiz Ticaret, Maymunlaşan Siyaset (52)
Hazret-i Şah'ın âvâzı,
Turna derler bir kuştadır.
Asası Nil deryasında,
Hırkası bir derviştedir.
(…)
Ali’m bilmezdi benliği,
Dilde tutmazdı kinliği,
Zülfikâr’ın keskinliği
Zerrecesi kılıçtadır.
(…)
Nerde Pir Sultan'ım nerde?
Özümüz asılı darda.
Yemen'den öte bir yerde,
Daha Düldül savaştadır.
Birtakım meselelerde istikamet belirlemek için Türk şiirini okumak ve türküler dinlemek çoğu kez yeterli geliyor bana. Ekranların saptırıcı yorumlarından, politikacıların ikiyüzlülüğünden sâlim kalabilmenin yolunu bunda buluyorum.
Yukarıdaki nefesi Ruhi Su’nun sazından dinleyince bu mısraların, karartılan dünyaya ışık saçtığı görülebilir. Hazreti Ali’nin (r.a) atı Düldül, Yemen’den öte bir yerde hâlâ savaştadır. Hırka, Yemen ellerinde Veysel Karânî’nin çocuklarının sırtındadır. Zülfikar; emperyalistlerin askeri ve ticari gemilerini kesmektedir. Bugün sadece Müslümanlar değil, bütün insanlar, insan olmaları hasebiyle Hz. Ali’nin hür kılan âvâzına kulak tutmalıdır. O ses, özgürlüğün sedasını küfre karşı ortaya koymuştur.
Şiirin sonunda “özümüz asılı darda” diyor. Buradaki ifade dikkat çekicidir. Evet, Pir Sultan Abdal, idam edilmiştir. Fakat düşünmek lâzım, insanın özü darağacına nasıl asılır?
İnsanın bedenini darağacında sallandıranların maksadı, bedene karşı bir hareket değildir, o kimsenin özüne, fikirlerine karşı bir tepkidir. Pir Sultan Abdal’ın eti ve kanı değil, özüdür düşman olunan. Darda olan görünürde cesettir; ama esasta ruhu/özü dara çekmek amaçlanmıştır. Her ne kadar böyle olsa da Yûnus Emre’nin diliyle “ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.”
Filistin’in özü, külliyen dara çekilmek isteniyor. Amerika ve hempaları İsrail köpeğini sivillerin üzerine saldırtarak işi tamamlamak istiyorlar. Fakat unuttukları birkaç şey var ki birincisi Filistin’deki öz-gürlük ne kadar dara asılırsa asılsın yok olmaz. İkincisi: “Yemen’den öte bir yerde / Daha Düldül savaştadır.”
Hz. Peygamber (a.s) “Ben Rahman’ın nefesini Yemen canibinden duyuyorum.” ya da “buluyorum” demişti. Zalimlerin baskıları neticesinde daralan müminlere bir yardım gelecekti. Sonrasında geldi. Şimdi nefesi kesilmek istenen Filistinlilere de Rahman’ın nefesi hiç şüphesiz ulaşacaktır.
“Elinde asası hurma dalından / Eyninde hırkası deve yününden” olan Yemen ellerinde Veysel Karânî’nin çocukları bugün Filistin’deki mazlumlara nefes olmakta. Bugün Üveys gibi hurma çekirdeği satıp deve çobanlığı yapmak belki bizi fakir kılar ama mazlum kardeşlerinin aleyhine ticaret yapıp zengin Müslüman olmak zilletinden kurtarır.
Yemen, 29 Ekim’de: İşgal altındaki Filistin limanlarına giriş yasağını ihlal etmeleri sebebiyle SC MONTREAL, MAERSK KOWLOON, MOTARO isimli üç gemiyi vurduğu haberini verdi. Öncesinde de İngiltere, Amerika ve birçok işgal kuvveti ve destekçisinin Yemen tarafından gemilerinin vurulduğu bilgisi verilmişti.
Bir yanda Filistin’deki işgale karşı, direnişin gösterdiği şecaat; diğer yanda serbest pazar namına açıklanmaya çalışılan İsrail’e tedarikçilik mezelleti. Elektriğin, petrolün ve bilumum ürünün sevkiyatı yetmedi, kapılar Saha Expo’da soykırıma ortak olan BAE Systems’e ardına kadar açıldı. Sonra Mersin Limanı, hangi pisliklere aracı kılınıyor? İşler hâlâ karanlık yöntemlerle görülüyor.
Mekke’yi dünyanın merkezi kabul eden Müslümanların; Kâbe’nin güneyinde yani sağında olması sebebiyle Yemen olarak isimlendirdikleri yerde, Yahudiler tarafından gerçekleştirilmiş tarihteki büyük bir katliamı Burûc suresinden hatırlayalım.
“Himyerilerin son hükümdarı Zûnüvâs (Yusuf Eşar), Yahudiliği kabul ederek bu dini devletin resmi dini kabul etti. 523’te ele geçirdiği Necran’daki Hristiyanlara şiddetli baskı yaptı. Dört bin ila yirmi bin Hristiyan’ı ateş çukuruna attı.” (İslam Ansiklopedisi). Ashab-ı Uhdud, işte ateş hendeklerine atılan halktır.
Bugün Gazze’nin, Siyonistlerin geçmişte Yemen Hristiyanları için kazıp tutuşturdukları ateş dolu bir hendekten farkı yoktur. Peki, mazlumlar ateşte yanarken ateş çukurunun çevresine oturup yananları eğlenerek seyredenler kimler?
“Hani o sırada ateşin başında oturmuşlar, inananlara yaptıklarını seyrediyorlardı.”
Hepimiz biliyoruz ki seyreden sadece Siyonistler değil. Çember, görünenden çok daha geniş. Dolayısıyla direniş cephesi sadece Siyonistlerle değil, bütün küresel cepheyle topyekûn savaşım veriyor.
Hz. Peygamber’in Veysel Karâni’ye verdiği hırkayı İstanbul Fatih’teki Hırka-i Şerif’te ziyaret edebiliriz ya da Siirt Baykan’daki Veysel Karâni Türbesi’ni de ziyaret edebiliriz. Fakat bunların da ötesinde hepimiz Uhut Savaşı’nda Hz. Peygamber (a.s)’in dişlerinin kırıldığı haberi kendisine geldiğinde, ağzındaki dişleri taşla vura vura kıran Veysel Karânî’yi Gazze üzerinden tekrar tekrar düşünmek zorundayız.
Türkçeden Kur’ân’a, Kur’ân’dan Türkçeye kelimeler başlıklı çalışmamızın 52’ncisi olacak kelime Yemen.
Kısmetli, uğurlu, şanslı olmak manasındaki yemene kökünden gelen Yemen kelimesi Kubbealtı Lugatı’nda şöyle geçer: “Arap yarımadasının güneybatısındaki ülkenin adı olup dilimizde “gurbet yolcusu, garip” anlamına gelen Yemen ellerinde Veysel Karanî söyleyişinde geçer.”
Kelime, Ahmedî’nin bir beytinde şöyle yer alır:
Nefesinden kohu almah dilesen Rahmân’un
Zülfüni kohula kim rîh-i Yemen’dür kohusı
(Rahman’ın nefesinden koku almak dilersen; sevgilinin saçını kokla ki onun kokusu, Yemen rüzgârıdır).
Yemîn kelimesi de aynı kök üzeredir. “Allah’ı veya mukaddes bir varlığı şâhit tutarak verilen söz, ant, kasem; sağ (taraf), sağ” manalarına gelir. Sağ ve yemin/ant kelimeleri arasındaki alaka için şöyle denir. Eski dönemde yemin eden kişiler, bir sembol olarak sağ ellerini kaldırırlardı. Bu da sağ ve yemin kelimeleri arasındaki ilişkiyi oluşturmuştu.
Kelime “sağ” anlamında Tâhâ Suresi 69. ayette şöyle geçer:
“Ve elki mâ fî yemînike telkaf mâ sane’û innemâ sane’û keydu sâhir velâ yuflihu-ssâhiru haysu etâ.”
(Sağ elindekini (değneğini) at ki, onların yaptıklarını yutsun. Şüphesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa eremez).
Tahrim Suresi 2. ayette ise kelimenin çoğulu olan “eymân”, “ant” manasında kullanılmıştır.
“Kad feradallâhu lekum tehillete eymânikum vallâhu mevlâkum ve huve-l’alîmu-l hakîm.”
(Allah, sizin için yeminlerinizin keffaretle çözülmesini meşru kılmıştır. Ve Allah, sizin Mevlânızdır ve alîm, hakîm olan O'dur).
Kelime “sağ” anlamında Ümmî Sinan’ın bir beytinde şöyle geçer:
Gör vücûdun hâlini sen kılma âfâka nazar
Kankıdur gâlib ü mağlûb u yemîn ü hem şimâl
(Varlığın halini gör de ufuklara bakma; hangisidir gâlip ve mağlup; hangisidir sağ ve sol).
Kelime “ant” manasında Bâkî’nin bir beytinde şöyle geçer:
Bâkî’yi mey-i nâba yemîn itdi dimişler
Gül gibi ele sâgar alup içmez ol andı
(Bâkî’yi halis şarabın üstüne yemin etti demişler; gül gibi kadehi eline alarak öyle bir ant içmez).
“Üzerine kalıpla desen basılıp elle boyanan ve kadınlar tarafından başa bağlanan tülbent; kısa kenarlı hafif bir pabuç çeşidi” manalarındaki yemeni kelimesi de aynı kök üzeredir.
Bir türküde kelime şöyle geçer (husûsen Münir Nurettin’den dinlenmeli):
Yemenimin uçları
Çıkamam yokuşları
O yâre selam edin
Yedi dağın kuşları
“Uğur, bereket” manasındaki yümn kelimesi de aynı kök üzeredir.
Kelime Ahmedî’nin bir beytinde şöyle geçer:
Cihân senün nefesünden hayât buldı aceb
Bu yümn-ile nefes iy cân Yemen’de bulına mı?
(Dünya senin nefesinle hayat buldu; ey can, bu uğurlu nefes acaba Yemen’de bulunur mu?)
“Çok (daha, en, pek) uğurlu, çok kutlu, pek mübârek” manalarındaki eymen kelimesi de aynı kök üzeredir. Türkçede bir kalıp olarak Kur’ân’daki bağlamı sebebiyle “Mübârek vâdî, Mûsâ peygamberin Tur dağında Cenâb-ı Hakk’ın tecellîsine mazhar olduğu yer” manasında Vâdî-i Eymen terkibiyle kullanılmıştır.
Kasas Suresi 30. ayette kelime şöyle geçer:
“Felemmâ etâhâ nûdiye min şâti-i-l vâdi-l-eymeni fî-l buk’ati-l mubâraketi mine-ş şecerati en yâ mûsâ innî enallâhu rabbu-l’âlemîn.”
(Mûsâ, ateşin yanına gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ tarafındaki ağaçtan şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ! Şüphesiz ben, evet, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ım).
Muhyî’nin bir beytinde kelime şöyle geçer:
Vâdî-i Eymen âteşi Mûsîyiçün yanmaz hemân
Cân u dil ile her varan hâlince alur bir kabes
(Mübarek Eymen Vadisi’nin ateşi sadece Hz. Musa için yanmaz; can ve gönül ile her oraya varan kendi halince bir ateş parçası, meşale alır).
“Savaş durumunda olan bir ordunun sağ kanadı, sağ cenahı” manasındaki meymene kelimesi de aynı kök üzeredir.
Vâkıa Suresi 8. ayette kelime şöyle geçer:
“Fe-ashâbu-l meymeneti mâ ashâbu-l meymene”
(Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere!)
Kelime Taşlıcalı Yahya’nın bir beytinde şöyle geçer:
Mey ile meymene vü meysereni ṭoldurma
Ne revādur ki meye Kaʿbe-i dil menzil ola
(Şarap ile sağını solunu doldurma; gönül Ka’be’sinin evinin şarap olması reva mıdır?)
“Uğurluluk, kutluluk, saâdet, bereket” manalarındaki meymenet kelimesi de aynı kök üzeredir. Kelime; meymenet-li, meymenet-siz, meymenet-siz-lik gibi yapım ekleriyle Türkçede türeyiş de göstermiştir.
Osman Nevres’in bir beytinde kelime şöyle geçer:
Görmedik nakş-ı vefâ tâli‘-i meş‘ûmda biz
Ararız anın içün meymeneti bûmda biz
(Biz uğursuz talihte vefa nakşını görmedik; onun için şansı baykuşta ararız).
“Uğurlu, bereketli, kutlu, meymenetli, mübârek” manalarındaki meymun kelimesi de aynı kök üzeredir.
Kelime Bâkî’nin bir beytinde şöyle geçer:
Bâkıyâ şâdîlik eylerse ‘ aceb mi ağyâr
Çarh anun tâli’ini gör nice meymûn itdi
(Ey Bâkî, düşman sevinçlilik gösterirse şaşılır mı? Felek onun talihini gör nice uğurlu eylemiştir).
“Uğur sayma, uğurlu olduğunu kabul etme” manalarındaki teyemmün kelimesi de aynı kök üzeredir. Lugat-ı Remzî, kelime için “ölüyü kabirde sağ yanına yatırmak” manasını da ekler.
Kelime Nâima’da şöyle geçer: “İlel ü mesaib-i azîme def’i için teyemmün olunur.” (Büyük musibet ve hastalıkların defedilmesi için uğur sayılır).
Son olarak kendini şanslı/uğurlu addedip bu talihi üzere şımaranların, maymunlaşmasına bakarak izini sürdüğümüz kavramsal kökle maymun kelimesinin bir ilişkisi olup olmadığını düşünelim. Harf dizisi, bir münasebet olabileceğini gösteriyor. Olabilir. Zira kelimenin “malum hayvan” ifadesiyle ilişkili olduğu da iddialar arasındadır.
Kur’ân’da ashâbu’l yemîn diye bir kavram geçer. Bunlar, yaratılışta Allah’a verdikleri sözü/misakı tutanlardır. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayanlardır. İki kuruşa ahiretlerini satmayanlardır.
Oysa bir de “aşağılık maymunlar olun” diye bir ifade Kur’ân’da geçmektedir. Onlar cumartesi yasağını çiğneyip avlananlar, ahde vefasızlığın vebalini düşünmeyenlerdir. Görünürde sürüyle balığın cumartesi kıyıya kadar gelmesi bir şans/uğur/yümn’dür; fakat imtihandır. Neticede avlanma yasağını çiğneyenler maymuna dönüşmüştür.
Bu meseleyi okurken onların maddi olarak mı yoksa manevi olarak mı maymuna dönüştükleri üzerinde durmak pek mühim değildir. Onlar zaten kendilerine koyulan haddi, misak-ı fıtrîyi maymun iştahlarıyla aşarak maymun tıynetinde kimseler olduklarını ortaya koymuşlardır.
Kardeşleri bir yerde soykırıma uğrarken her bir ev, çadır Gazze’de ateş hendeğine dönüşmüşken verdiği söz / yemîn gereği haktan yana olup batıla karşı cephe oluşturması gerekenler, tıpkı çiğnenen cumartesi yasağı gibi soykırımcıyla ticari işleri normalleştirmişse aşağılık maymun olduğunu aşikâr kılmıştır.
Böyle meymenetsiz bir ticaretin akıbetini ayet şöyle ifade ediyor: Biz bunu, hem çağdaşlarına hem de sonradan gelenlere ibret veren bir ceza, müttakiler için de bir öğüt kıldık.”
Yemen’de milattan önce hüküm süren bir devlet var, Sebe. Hz. Süleyman’ın Sebe hükümdarı Belkıs’a gönderdiği mektubun karşılığı, Sebe devletince muhtelif hediyeler olsa da Hz. Süleyman bu hediyelerin hiçbirini kabul etmiyor.
“Elçiler, Süleyman’a geldiğinde o şöyle dedi: “Siz bana mal yardımı mı yapıyorsunuz? Allah’ın bana verdiği size verdiğinden daha değerlidir. Hayır, hayır! Bu hediyenizle ancak sizin gibiler sevinir. Ey elçi! Onlara dön; iyi bilsinler ki asla karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gelir, muhakkak surette onları yenilmiş ve küçük düşürülmüş olarak oradan çıkarırız!”
Bir peygamberin böyle hediyeleri kabul etmesi elbette beklenemez. Fakat burada Sebe devleti ile alışverişe girilmeyerek bize açık bir ders veriliyor. Tevhid, bütün dünyalıkların üstünde konumlanmadığı müddetçe tevhid olamaz. Hz. Süleyman tevhid namına (bismillahirrahmanirrahim) Sebe’ye karşı duruyor.
Şimdi bugünkü Yemen’i düşünelim. Yemen, Filistin’i umursamayıp stratejik avantajları ve petrolüyle kendisine düşman cephelerce sunulacak birçok avantajı pek ala göz önünde bulundurabilir ve böylece talihini sureta değiştirebilirdi. Ama o zor olanı tercih etti. Kardeşleri aleyhine yüzdürülen küresel şirketlerin gemilerini vurmayı… Yetmedi, Siyonist merkezleri de vurmayı birçok kez gerçekleştirdi. Bu onu fakirken belki daha fakir duruma düşürecek; fakat aşağılık maymun olmayacaklar.
Bugün birçok iktidar, talihi/meymeneyi küresel kapitalist iktidara eklemlenmekte arıyor. Oysa uğur, Allah’ın elindedir. Bize neyin uğurlu neyin uğursuz olduğunun bilgisi verilmiştir. Hz. Peygamber, tebliği şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ulaştırmıştır.
Meymenetsizlik artık bir tercih meselesidir. Soykırımcı İsrail’le ticaret yapanlar ve bunu temin edenler, Amerikan üslerini koruyanlar, teminatlarını küresel çeteden umuyorlar. Hâlbuki meymenetsiz ticaret, maymunlaştırır.