İnsanın Aldanışı
Her şeyi yaratan ve hayatı bahşeden Allah’tır. Hayat bizatihi Allah’ın armağanı ve her türlü nimetin potansiyel kaynağıdır. Varlık Allah’ın insana en büyük lütfudur. Her varlık mevcudiyetini Allah’tan alır; her şey Allahın yaratmasıyla meydana gelir ve yine onun rahmetiyle varlığını sürdürür. Bunun için her varlığın ve yaratığın kendine göre Allah’a inancı, O’nu bilişi ve anışı vardır.
Yaratılmışların en şereflisi insandır. İnsanın kurtuluşu da Allah’a inanma ve ona teslim olmadadır. Çünkü iman, ebedi yalnızlıktan kurtuluştur. Ayrıca bütün engelleri aşıp Allah’a ulaşmak, hem hayatın en büyük ve gerçek başarısı hem de en değerli kalıcı kazancıdır.
Ne var ki insan, Allah’a inanma ve bağlanma kararlığını her zaman gösteremez. Bu yüzden o, zaman zaman iftiranın ve inkârın kurbanı olur. Hâlbuki ifrat, bir mantık boşluğudur; inkâr da insan aczi yetinin ulaştığı son sınırdır. Allah’ı inkâr etme gururu içinde olanların ıstırabı ise, O’ nu kaybedişlerinden kaynaklanmaktadır. Demek ki insan, yaratılışındaki ahlaki nitelikleri dolayısıyla, Allah’ın emretmiş olduğu şeyleri tam olarak yerine getirememiş, yani hür irade ve bilgi gücünü, pek de doğru biçimde kullanamamıştır. Çünkü o, bilgi ve irade sahibi olmasına rağmen kendini dünyacı değerlerin aldatıcı cazibesinden kurtaramamıştır. İnsanı aldatıp Allah’tan uzaklaştıran ve hedefini gerçekleştirmesine engel olan pek çok neden vardır. Ancak burada anılan, nedenlerin bir kaçı üzerinde durulacaktır.
İnsanın aldanıp Allah’tan uzaklaşmasının ve bizzat kendi varlığına ihanet etmesinin başlıca nedeni inkar dır. İnkâr insanın Allah’ı ve kendine ahlaki canlılık veren hayat kaynağını reddetmesidir. O’ Allah’a giden yolu tıkayan, insanın ahlaki enerjisinin kaybolmasına yol açan ve hayatın anlamını ortadan kaldıran kötü bir eylemdir. Bu yüzden Allah’ı ve ya onun dininin her hangi bir prensibini inkâr eden, dini değerlere saygısızlığı bir hayat tarzı haline getiren kimseye kâfir denir. Çünkü inkârcı kimse, Allah’ı hayatına sokma gereği duymaz, hatta Allah’ın olmadığını sanarak O’nun yokluğunu kanıtlamaya çalışır.
Bazı inkârcılarda, Allah’ın varlığını tam anlamıyla doğrulayan bir delil bulamadıklarını iddia ederler. Bu iddiaya örnek olması bakımından şu olayı hatırlatmakta yarar vardır. Bir BBC programında B.Russell’a şöyle bir soru yöneltir. “Eğer öldükten sonra öteki dünya varda bu dünyada inanmadığınız Allah “bana niçin inanmadın?” diye sorarsa ne cevap vereceksiniz? Russell bu soruya “Tanrım, bana var olduğuna ilişkin niçin doğru dürüst delil göstermedin” derim. Karşılığını vermiştir. Eğer Allah’ın varlığı, her hangi bir nesnenin varlığı gibi kanıtlanabilseydi o zaman inanmak zorunlu olur, Russell ve onun gibi düşünenler de böyle bir söz söyleme imkânı bulamazlardı. Hâlbuki inanma, bir özgür seçim ve karar verme işidir. Allah’a imanın önemi ve değeri de buradan gelmektedir.
Şayet “Allah vardır” cümlesi, delilsiz ve anlamsız bir önerme ise, “Allah yoktur” sözü de aynı ölçüde kanıtsız ve anlamsız demektir. Şu halde inkârın hiçbir haklı gerekçesi yoktur. O’ Allah’tan uzaklaşma ve haktan kaçıştır. İnanan bir insan, inancını destekleyecek bir delil bulamadığı için inancından vazgeçmez; inanmayan bir kimse de Allah’ın varlığını gösteren kanıtlar karşısında söyleyecek hiçbir şey bulamasa da inanmayabilir. Bunun için inkârcının, kendi yanlış tercihini ve aldanışını meşru gösterecek hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Bu durumda yapılması gereken şey, inkârcılığı bir yana itip yok saymak değil, onu anlamaya ve nedenlerini görüp ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Bunlar yapılırsa inanıyoruz ki aldanan insan, kendi hayatını er geç bir değerlendirmeye tabi tutacak ve bir takım bocalamalar geçirse de sonunda Allah’a varacaktır.
İnsan için tek tehlike “Allah’a inanmamak” değildir. Allah’a karşı ilgisiz ve duyarsız olmak ta büyük bir tehlikedir. Bu tehlikenin kaynağı ise gurur dur. Gurur insanı aldatan ve onu Allah’tan uzaklaştıran nedenlerden biridir. Çükü gurur, “insanın manevi ve ahlaki açıdan değersiz sayılan şeylerin cazibesine kapılıp onlarla avunmasıdır.” O’ bir tür bilgisizlik ve aldanıştır. Bu yüzden aynı kökten gelen ğarurun, “kandıran ve aldatan anlamında şeytani, dünyacı değerleri ve ya genel olarak insanı gaflete düşürüp yanıltan şeyleri” ifade ettiği belirtilmiştir.
Kuran’da gurur kelimesinin türediği ğ r r kökü, çeşitli kullanım biçimleriyle 27 kez geçer. Bu ayetlerin çoğunda “gurur” dünyaya kapılma ve aldanma anlamında kullanılır. Demek ki gurur terimi, insanı ahlaki anlamda saptıran herhangi bir saptırıcı ifade etmektedir. Bu saptırıcı da şeytan, başka bir insan, soyut bir kavram veya boş bir kuruntu olabilir. Çünkü insanların gaflete düşüp sonuçta azaba çaptırılmalarında, belirtilen saptırıcıların büyük etkisi vardır. Bunun için dini ve ahlaki şuurun en önemli öğelerini içeren bir ayette insanlar şöyle uyarılır: “Ey insanlar! Rabb’inize karşı sorumluluğunuzu unutmayın. Hiçbir anne ve babanın çocuğuna, hiçbir çocuğun da anne babasına en ufak bir fayda sağlayamayacağı günden korkun! Unutmayın, Allah’ın yeniden dirilme vaadi gerçektir. Öyleyse bu dünyanın sizi ayartmasına izin vermeyin ve Allah hakkındaki müfsitçe düşüncelerininiz sahte cazibesine kapılmayın”. Söz gelimi, kasıtlı olarak işlenen günahların, Allah tarafından affedileceği şeklindeki avutucu telkinlere kanıp da tövbeyi ve ibadeti terk etmeyin. Çünkü insan belli bir süreklilik içinde bilinçli olarak inanıp kötülüklerden korunmaya çalışmazsa her hangi bir ayrıntının ve aldanışın kurbanı olabilir.
Gayet açıktır ki insanın gurura düşmesine genelde üç şey sebep olmaktadır. Bunlar “cehalet, affa aldanmak ve şeytanın yanıltıcı vaatlerine kanmaktır.” Özellikle şeytan veya şeytan misyonu gören kimseler, saptırmak istedikleri insana “dilediğini yap, Allah kerimdir, affı geniştir, bu dünyada sana yaptığı iyilik ve ihsanı ahirette de yapar.” Diyerek onu Allah’ın affına güvendirirler ve boş özlemlerle doldururlar. Bu aldatıcı ve ayartıcı telkinlere kanan insan da yanlış yaptığı halde kendini yolda görür, gaflet içinde aldatıcı bir güven hissi duyar ve son haddine kadar dünyevi zevklere dalar. Sonunda şeytanın vaad ettiği her şeyin, sadece akıl çelmekten başka bir şeye yaramadığını görüp hüsrana uğrar.
Sonuç olarak denebilir ki, insan neye yönelirse Allah o yönde yolu açar. İnsanın kendi arzularına veya sadece önündeki dış dünyaya kapılıp gidecek şekilde alçalması ve geleceğe önem vermeden davranması, bu güne kadar onun kendine ihaneti ve felaketi olmuştur. Ayartıcı telkinlere kanıp Allah’tan uzaklaşmaya devam ettiği sürece de hep böyle olacaktır. Bu, hem bir uyarı hem de değişmez bir kanundur. Ama gerçek tövbe, bir insanı hayata başladığı ilk hale döndürme ve bütün günahları temizleme gücüne sahiptir. Yeter ki insan aldanıştan kurtulup bu iradeyi göstersin ve Rabb’ine yönelebilsin. Çünkü hatasından pişmanlık duyup kendine yöneleni Allah her zaman affetmeye hazır ve isteklidir. Öyleyse insan ne diye aldatıcı telkinlere kanıp da Rabb’inden uzaklaşır; neyine güvenip sorumsuzca davranır. “yoksa o, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanır.”
#