İslam İnsan Ve Sistem
İslam, insanları dünyada doğruya ulaştırmak ve mutlu yaşamalarını sağlamak amacıyla gönderilen en mükemmel bir din; Hz. Muhammed de, onu insanlara tebliğ eden en son peygamberdir. İslam sürekli olarak genel maslahatları gerçekleştirmeyi hedefler.; koyduğu evrensel ve değişmez ilkelerle de, hayatın temel dayanaklarını ve insan haklarını muhafaza eder. Ayrıca o, her zaman ve zeminde uygulanabilmesini sağlamak amacıyla akli ve içtihadi faaliyetlere çok yer ve değer verir. İşte bu özelliğinden dolayı İslam, hem din hem de dünyadır. Çünkü o, din işi dünya işi ayrımını kabul etmemektedir. Bu yüzden İslam, Peygamber (as) döneminde devlet olmuş, o günden beri de birçok devletler ortaya koymuştur. Bu durumda onun, sadece bir vicdan ve ahiret işi olarak görülmesi doğru değildir.
İnsan
Bütün varlıkları yaratan, onların tabiatını belirleyen ve onları hedefine doğru yönelten, Yüce Allah’tır. O, yaratılmışların en şereflisi olan insanı, yerine getirmekle yükümlü olduğu işlere uygun vasıflarla donatmıştır. İnsan ahlaki zaaflarla olduğu kadar, Allaha karşı sorumluluk bilinciyle de donatılmıştır. Şu halde benliğini arındıran insan, kesinlikle mutluluğa erişecek, onu karanlığa gömen ise hüsrana uğrayacaktır. Ayrıca Kuran, insanın yaradılış gerekçesinden söz ederken, onun yeryüzünde halife olacağını bildirmiş, böylece insanın kendi hür iradesi ile kendi başına iş yapabilecek bir varlık olduğuna işaret etmiştir. Demek ki insan, yeryüzünde kendi adına kendi görevlerini yerine getirmek durumundadır. Ona, Allah tarafından verilen yetkiler ve yüklenen sorumluluklar vardır. O, verimli ve olumlu biçimde hayata katılıp hayırlı yenilikler içeren sosyal değişikliklere öncülük eden dinamik bir şahsiyet olmalıdır.
Sistem
İslam; doğruluk, adalet, ilim ve ahlak gibi temel değerlere dayalı mükemmel bir sistem önerir. Bu sistem insanı yüksek değerlerde özgür bırakır; vasıta değerlerde de eşit tutar. İnsanın temel haklarını koruyucu ve geliştirici, toplumun maddi manevi ve sosyal refahını sağlayıcı bir nitelik taşır. Oysa günümüz dünyasına hakim olan sistemler, hem teorik hem de pratik açıdan batılı siyasal kültüre ve bu kültürün değerlerine dayanmaktadır. Özellikle ülkemizdeki siyasi sistem, çeşitli ideolojilerin ipoteği altındadır. Bu nedenle söz konusu sistemin ipoteklerinden kurtarılıp yenilenmesi gerekmektedir.
Hâkimiyet meselesi
Hâkimiyet kelimesi Arapça asıllı h k m kökünden gelir. “ Hüküm, hâkim, hikmet, hükümet ve mahkeme” gibi pek çok kelime, bu kökten türeyen ve Arapçada kullanılan kelimelerdir. Hâkimiyet kelimesinin Türkçe karşılığı, “ hükümranlık, egemenlik, bir ülke ve halk üzerindeki devlet iktidarıdır.” Terim olarak egemenlik “ bir devletin milli sınırlar içinde ve dış ilişkilerde, uluslar arası hukuktan doğan kısıtlamalar dışında tam bağımsızlığı, hükümranlığı ve hâkimiyeti” diye tanımlanır”. Ayrıca bu kavramın devlet, demokrasi ve bağımsızlık gibi kavramlarla yakından ilgili olduğu söylenir. Fransız ihtilali, egemenlik kavramına milli bir muhteva kazandırmış, “ Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” anlayışında da, bu ihtilalin ortaya koyduğu “milli egemenlik.” Kavramı kaynaklık etmiştir.
H k m kökü, türevleriyle birlikte Kuran’da 210 kez geçer. Konuyla ilgili ayetlerde öncelikle, mutlak manada hükmün ve hâkimiyetin Allah’a ait olduğu bildirilir. Bunun yanı sıra Allah’ın insana hükmetme gücü ve yetkisi verdiği de belirtilir. Allah’ın mutlak hâkimiyeti konusunda Müslümanlar arasında bir ihtilaf yoktur. İhtilaf, Allahın insana siyasi egemenlik gücü ve yetkisi verip vermediği konusunda olmuştur.
Kurana bakılırsa, siyasi hâkimiyet yetkisinin insana Allah tarafından verdiği görülür. Çünkü yönetim konusunda Allahın emri, topluma ait işlerin toplumsal irade tarafından düzenlenmesi yönündedir. Ayrıca Allah’ın insandan adaletle hükmetmesini istemesi, ona bu gücün ve yetkinin verildiğini gösterir. Eğer insanın böyle bir gücü ve yetkisi bulunmasaydı, kendisinden adaletle hükmetmesi istenmezdi.
Kuran’da bir toplumun bulunduğu durumdan memnun olmaması halinde, gidişatı değiştirmek için, sahip olduğu yetkinin yönünü değiştirmesi gerektiği şöyle belirtilir. “ Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez” Bu ayette topluma, yetkisini isabetli ve iyi yönde kullanması önerilmektedir. Toplumun sosyal ve siyasi olayların neticeleriyle dünya hayatında karşılanacak olması, siyasi yetki ve gücün topluma ait olmasını gerektirir. Çünkü toplumun her üyesi sahip olduğu siyasi yetkiyi kullanma biçiminden sorumludur. “Kim Allah’ın indirdiği ile hüküm vermezse işte onlar inkârcılardır.” Mealindeki ayete dayanarak insanın siyasi hakimiyet yetkisinin olmadığını söylemek doğru değildir. Söz konusu ayetin siyak ve sibakına ve konu ile ilgili dersler Kuran ayetlerine bakıldığında, Allah’ın indirdiğinin “ adalet ve hakkaniyet prensipleri” olduğu görülür. Zaten ayetin bizzat kendisi de, insanın böyle bir yetkiyi, Allah’ın isteği olan adalet ilkesi doğrultusunda kullanmasını önermektedir. Hem hükmetme gücü olmadan, insanın adaletle hükmetmesini beklemenin makul bir yanı da olamaz.
Özetlemek gerekirse, insanın Allah’tan bağımsız hiçbir hakkı ve yetkisi yoktur. Fakat hükmetme yetkisi, insana Allah tarafından verilmiştir. İnsanın siyasi egemenliği, Allah’ın mutlak hâkimiyetinin bir alternatifi değildir. Kuran, insandan, adalet ve hakkaniyetle hükmetmesini isteyerek ona bu yetkiyi nasıl kullanması gerektiğini gösterir. İnsan Allah ve O’nun rızası için iş yapar; ama kendini hâşâ Allah yerine koyarak hiçbir iş yapamaz. Aslında insanın “Hâkimiyet Allah’ındır” diyerek, kendi yetkisini Allah’ın mutlak hâkimiyeti ve iradesiymiş gibi sayması, onun kendini ilah yerine koyması anlamına gelir. Böyle bir iddia Firavunluğa özenmek olur. Çünkü Firavun da siyasi egemenliğin tanrıya ait olduğunu iddia etmiş, bununla da yetinmeyip söz konusu egemenliği kullanan tanrının bizzat kendisi olduğunu söylemiş.
Yukarıda belirtilen gerçeklerden sonra şu tespit yapılabilir; “ Kuran teokratik bir düzen önerir.” İddiasının adresi, İslam değildir. İslam’da laikliğe ve demokrasiye yer var mıdır, yok mudur tartışması da gereksizdir. Aslına bakılırsa, İslam’ın batı türü bir laikliğe ve demokrasiye de ihtiyacı yoktur. Çünkü Kuran, sosyal ve siyasal ilişkilerin toplumların irade ve davranışlarının neticesine göre şekilleneceğini belirterek, laikliğin ve demokrasinin dayandığı gerekçeyi anlamsız kılmıştır. İslam kilise değil ki onu devletten ve dünyadan ayıralım; demokrasiyle kıyaslamaya ihtiyaç duyalım.
Bir de şu gerçeği unutmayalım. İslam toplumlarındaki ihtiyaç ve sorunlar, Batının üretip piyasaya sürdüğü kapalı ve karmaşık kavramlarla çözümlenemez. Mesela, Batı, Kuranın bildirdiği, “bütün insanların, insanlık değeri açısından eşit olduğu” gerçeğini kabul etme ve içine sindirme hususunda, henüz İslam’ın istediği seviyede değildir. “1948 Evrensel İnsan Hakları Bildirisinin eşitlik ve insanlık yönündeki ifadelerinden Avrupalılık yönünde bir sapmanın olması”, değinilen tespiti doğrulamaktadır. Yine kendini batılı ve çağdaş diye tanımlayan bazı kişi ve çevrelerin, İslam âlemine ve Müslümanlara başka cinsten yaratılmış gibi baktıkları, hemen herkes tarafından bilinmektedir.
Dün olduğu gibi bugün de bir el, İslam’ı ve Müslümanları bütün olumsuzlukların ve gerginliklerin tek sebebi olarak göstermeye çalışmaktadır. Ne yazık ki bu şeytani tavır, ülkemizdeki bazı kişi ve çevrelerin kötü alışkanlığı olmuştur. Oysa bu tür düşmanca tavırlar, hayatı ve insanları bölmektedir. Hâlbuki insanları bölen ve geren değil, birleştirip kaynaştıran bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. İnsanları huzursuz eden İslam değil, aksine onun bütün güzelliği ile hayata taşınmamış olmasıdır. İslam’a karşı peşin fikirleri ve kinleri olanların, bu gerçeği tez zamanda kavramış olmalarını umarız.
#