Sadiye Teyze’nin Düğün Salonu
Yayın:
Güncelleme:
Nereden Nereye
Neydi o geceler, neydi o günler.
Mutluluk dolardı şu gönlümüze.
Neşemi elimden aldı yad eller.
Yıllardır hasretim dostlarım size.
Yaş dökmeyecekti hani şu gözler?
Silinmeyecekti hani hiç izler?
Tanınacaktı ya hani hep yüzler?
Sadık olamadık hiç sözümüze.
Su misali olduk bak şu kadere.
Siz dağlara doğru ben denizlere.
Hasret kaldık şimdi bir tek habere.
Ne oldu dostlarım ne oldu bize?
Yıllardır gözlerimin önünden gitmeyen, şarkıları kulaklarımdan silinmeyen, unutulmayan güzelliklerimizin bir parçası olan; Sadiye Teyze’nin düğün salonu ve bu salonda kutlanan nişan ve düğün cemiyetleri.
Çıkacağımız bu zaman yolculuğunda, benim kuşağımdan olanların kesinlikle hafızalarına kazınmış Sadiye Teyze’nin düğün salonunu hatırlamamaları mümkün değil. Sadece benim kuşağım değil, bizden büyüklerinde bir çok hatırası vardır o salonda. Yanlış hatırlamıyorsam eskiden sinema yeriymiş orası. Sonradan düğün salonu olarak kiralanmaya başlanmış.
Genellikle hafta sonları Cumartesi akşamlarına denk gelirdi nişanlarımız ve düğünlerimiz. Evlerimizde akşam yemeğinin ardından, küçük ev dizisini tam bitirmeden büyüklerimizin ellerinden tutup, Sadiye teyze’nin düğün salonunun yolunu tutardık. Ahşap yapılı, kerpiçten duvarları olan bu düğün yerine bizler Hacı Atıfların hanının bulunduğu ara sokaktan girerdik. Düğün yerinin kapısı kocaman tahta bir kapıydı. Düğün yeri Sadiye teyzelerin evinin arkası olduğu için Sadiye Teyzelerin evinin kapısından yani park tarafından da girilirdi düğün yerine ama Sadiye Teyze haklı olarak bu taraftan misafir kabul etmezdi. Onun için düğün yerinin o ara sokaktaki çift, kocaman ağaç kapısını kullanırdı düğüne gelen misafirlerimiz.
O zamanlar düğün yerine çocuklardan başka erkek alınmazdı. Kadınlarımız kendi aralarında yaparlardı bu tür cemiyetleri. O kocaman devasa kapıyı açtığımızda (yada ben küçük olduğum için kapı bana o zamanlar büyük görünüyordu) hanımefendilerin süründükleri tütün kolonyaları, çam kolonyaları bütün etrafı sarmış olurdu. Tabi bir de buna kavrulmuş çekirdek kokusu karışınca bir başka güzel olurdu. Bilindiği gibi bizim insanımız ataerkil bir aile yapısına sahiptir. Evde anneanneler, babaanneler, dedeler, nineler anneler, babalar bir arada yaşarız. En azından düne kadar böyleydi. İşte o düğün veya nişan gecelerinde evin büyük kadını; nine, anneanne, babaanne veya anne. Torununa, kızına, gelinine akşam yemeğinden hemen sonra yer kapmak için düğün salonuna gelirdi.
Düğün yerinde en ilgimi çeken şeylerden biride gelin kızın çeyizi olmuştur. Duvara iki parça halinde asılan o çeyiz panosunda neler yoktur ki. Şimdi aramızda olmayan Naim NALÇACI ve ALLAH uzun ömürler versin Hüseyin KÖMÜRCÜ amcaların dükkanlarından alınan renkli, üzeri kadife olan şekil şekil şeker kutuları, damada konulmuş olan ve acaba bende Taraklıdan evlenirsem bana da hediye edilir mi diye hep kendime sorduğum Ropteşambur, kanaviçeler, havlu kenarları, yastık başları vs. bir çok şey olurdu.
Gelin kız, tabi daha nişan merasiminde düğün salonunun orta yerine teyzesi veya halası refakatinde getirilir. Erkek tarafından yaşça büyük bir bayan “ALLAHIN emri PEYGAMBERİN kavliyle kızınızı oğlumuza istiyoruz, siz ne dersiniz” der, kız tarafından gelini getiren bayan da “ALLAHIN emri PEYGAMBERİN kavliyle kızımızı oğlunuza veriyoruz” dedikten sonra gelin takı merasimi için bir sandalyeye oturtulur ve takı başlar. Yanılmıyorsam kız tarafından olan bayan gelinin yanında kalır ve takılanları salondaki misafirlerin duyacağı şekilde sesli olarak anons eder. Artık gelinin omuzları doluncaya kadar takılanlar birer birer anons edilir. “Bu halasından, bu teyzesinden, bu yengesinden, bu görümcesinden, bu anneannesinden” diye sayılır pazenler, patiskalar ve daha bir sürü şey. Daha sonra gelin oynatılır. Ondan sonrada herkes kalkıp kendine bir arkadaş seçip karşılıklı oynar. O kadar kalabalığın içinde sesini gür bir şekilde duyuran düğün şarkıcısını da unutmamak lazım. Hani yazımın başında demiştim ya kulağımdan gitmeyen şarkılar diye. İşte o şarkıları eminim ki sizlerde bu satırları okurken şöyle içinizden veya dudağınızın ucuyla mırıldanıyorsunuzdur. Nelerdi mesela onlar; Entarisi al basma, alıp ta duvara asma, Konyalım yürü, aman bu fasulye yedi buçuk lira, şimdi ucuzladı iki buçuk lira, yar saçların lüle lüle ve daha niceleri.
O düğün salonunun bir de hırdavat dolu bir asma katı vardı. Bizler, çocukluk hali işte, Sadiye Teyze ve diğer büyüklerimiz ne kadar kızarsa o kadar tersini yapar ve oraya çıkardık. O düğün salonundan yine aklımda kalan birkaç enstantane daha var. Bir keresinde yine bir nişan merasiminde takıları anons eden Avdanlı Ruhiye Teyze, tabi ister istemez küçük konuşmalardan etrafta büyük bir uğultu olunca o her zaman ki açık sözlülüğü ile yemin ederek takıyı yarıda keseceğini söyleyip hepimizi güldürmüştü. Yine Avdanlı Ali ağabey, şimdilerde kuyumculuk yapan, torun torba sahibi olan ali ağabeyimiz, kendi düğününde kadınların içine girip şöyle birkaç dakika oynayıp kaçıp gitmişti.
Bu düğün salonundan cemiyet bitip te evlerimize ayrılacağımız vakit sanki gözlerimiz dolardı. Kısa süre içinde memleketin insanlarını bir arada gördüğümüz, bu mutluluk dolu geceden ayrılmanın burukluğu içimizi sarardı. Kimimiz büyüklerimizin ellerinde, kimimiz yarı uykulu büyüklerimizin sırtlarında "bir başka düğünde buluşana dek" diyerek bu hüzünle birlikte, çocuk yüreklerimizle büyük umutlar besleyerek ayrılırdık.