Şems-i tebrizli
ŞEMS-İ TEBRİZLİ
Büyük bir arif olduğu bilinen melikdad oğlu ali adlı kişinin oğlu olan Muhammed şemseddin, 1164 senesinde Tebriz’de dünyaya gelmiştir. Çocukluk anılarında, uzun süre bir şey yiyemezdim aşk deryasına daldığımda diye anlatır ve bir gün babasının kendisine kızdığını: ‘ oğlum dedi ben senin halinden bir şey anlamıyorum bu nereye varacak? Ben ona şu cevabı verdim ‘baba seninle benim babalık ve evlatlık ilişkimiz neye benzer bilirmisin? Bir tavuğun altına tavuk yumurtalarıyla beraber birde kaz yumurtası koymuşlar. Vakit gelip de civcivler çıktığı zaman, bunlar hep beraber analarının ardına düşerler, bir göl kenarına gelirler, kaz yumurtasından çıkan civciv hemen kendini suya atar, bunu gören ana tavuk, eyvah yavrum boğulacak der, çırpınmaya başlar, hâlbuki kaz yavrusu neşe içinde suda yüzmektedir, işte seninle ben böyleyiz baba.’
Şems-i Tebrizi hazretleri dünyaya hiç kıymet vermez haram ve şüphelilerden son derece sakınır mubahların fazlasını terk ederdi. Bir yerde durmaz talebelerin bulundukları yerlere giderek onları yetiştirirdi. Bu şekilde bıkmadan yorulmadan pek çok yerler dolaştı. Bunun için kendisine "Uçan güneş" dediler. Şems-i Tebrizi hazretleri seyahat ettiği yerlerde uğradığı memleketlerde iyi bir dost bulunması için dua ederdi.
Kendisi anlatır: "Bir zaman Rabbime beni kendi velileri arasına koyup onlara arkadaş et diye yalvarırdım. Bunun üzerine bir gece rüyamda bana; "Seni bir veliye arkadaş edeceğiz." dediler. Ben de; "Peki o veli zat nerede bulunur?" dedim. Bana; "Aradığın veli Rum diyarındadır." dediler. Sonra onu bir zaman aradım. Bana rüyamda; "Daha bulacağın zaman gelmedi." dediler. Bir zaman geçtikten sonra bana; "Ey Şems-i Tebrizi! Senin en şerefli dostun ve arkadaşın Mevlana hazretleridir." diye ilham edildi. Bundan sonra Rum diyarına gitmek ve o sevgili zat ile görüşmek ve yolunda başımı feda etmek üzere yollara düştüm.
Şems-i Tebrizi hazretleri uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra 1244 senesi Ekim ayında Konya'ya geldi. Büyük kapıdan şehre girerek bir han sordu. Gösterilen Şekerrizan Hanına yerleşti.
Şemseddîn-i Tebrizi önceleri çok riyazet eder nefsini ıslah ile uğraşırdı. On veya on beş günde bir kere iftar ederdi. Gıdası yarım bayat çörek parçasıydı. Onu da paça suyuna doğrar tiridi yapardı. Bir gün çorba pişiren onun bu hâlini öğrenip çorbaya biraz fazlaca yağ karıştırmıştı. Şemseddîn hazretleri bunu görünce o dükkân sahibiyle bir daha alış-veriş yapmadı. Giderken de kullandığı söz anlamlıdır ve hala Konya da söylenir Sadece kendi bildiğini doğru sanma, Ne kadar acayip görünse de başkalarının isteklerine saygı göster, Anlamasan da bir bildiği var elbet de, Kimseyi düşkün sanma’ ‘
Şems"in Mevlâna"yla ilk karşılaşması farklı şekillerde anlatılmasına rağmen ilginçtir. Şems Mevlâna"ya bir takım cevabı güç sorular yöneltir. Cevaplarını alınca da bir rivayete göre bayılır. Mevlâna, Şems"le ilk buluşmalarında tam altı ay birliktelik sergilemişlerdir. Mevlana ve Tebrizli nin karşılaştıklar yer ‘Mercül Bahreyn’ iki denizin kucaklaştığı yer olarak adlandırılmıştır. Bir rivayete göre karşılaştıklarında şems Mevlana nın karşısına geçer ve sana bir sualim var âleminin sarrafı; Tanrı dostu, büyük âlim Bistamlı Beyazid mı büyük yoksa Hazreti Muhammed mi? Mevlana nın Güzel kaşları çatıldı ‘Bu nasıl sualdir, Kuşku yok ki, Allah’ın elçisi Muhammed Hazretleri yaratılmışların en büyüğüdür. Burada Beyazid in lafımı olur?
Şems hemen cevap verir ‘ Öyle diyorsun da Peygamber bu kadar büyüklüğüyle, ‘Ey Allahım biz seni tam anlamıyla bilemedik’ derken, Bistamlı Beyazid, ‘Benim şanım ne kadar büyüktür ki, bilinmesi gerekenleri tıpkı gerektiği gibi bildim. Ben sultanlar sultanıyım’ diyor.
Mevlana gözleri parladı anlamıştı ve hemen şu cevabı verir. ‘Bazı insanların gönül dağarcığı küçüktür, bir testi suyla doyar, bazılarınki ise sonsuzdur, okyanuslar bile onların susuzluğunu gideremez. Beyazid susuzluğunu bir yudum su ile giderdi ve övünerek suya kandığından dem vurdu. Hazreti Mustafa’ya gelince (selam onun üzerine olsun) o müthiş bir kanmazlık hastalığına tutulmuştu. Sular içinde susuzluktan kavruluyordu. O her gün, daha çok görüyor, daha çok anlıyor, daha çok biliyordu, ama gördükçe, görecekleri artıyor, bildikçe bilmedikleri çoğalıyor, anladıkça anlamadıkları büyüyordu. Bu sebeptendir ki, ‘Biz seni layıkıyla bilemedik’ diye buyurmuştur’’
Ben sizlerle Şems-i Tebrizlinin birkaç anlatılan ve yazılan hikâyelerini paylaşmak istedim. Çok uzun olduğu ve okurken sizleri sıkmaması için ikiye böldüm, gelecek yazılarımda diğerlerini de sizlerle paylaşmak dileğiyle Mevlana nın Tebrizli için söylediği bir sözle nokta koyalım, saygılarımla okur dostlar.
‘’Güneşim, ayım geldi. Gözüm, kulağım geldi. O altın madenim geldi. Başımın sarhoşluğu geldi Gözümün nuru geldi. Bir dileğim olmuşsa, işte o dileğim geldi. Dün gece mumla aradığım dost, bu gün bir gül demeti gibi yoluma çıkageldi’’ Mevlâna
#