Gideni Fark Etmedik Bari Kalana Sahip Çıkalım
Bazı değerlerimiz vardı zaman zaman da olsa sahip çıktığımız. Bundan birkaç yıl önce mumla arıyoruz diye sitem ediyorduk ama farkında olmadan, biz başka şeylerle uğraşırken elimizden çekiverdiler. Hani çocuğun elinden elma şekerini alır gibi tabiri vardır, öyle bile değil ne yazık ki çünkü çocuk elinden şekeri alınınca ağlar sızlar en azından. Biz dönüp bakmıyoruz bile çünkü elimize oyuncak veriyorlar şeker yerine. Önce elimize verilen oyuncaklara bakalım isterseniz.
Ben bebekken henüz köyümüze biberon gelmediğinden annelerimiz, ninelerimiz sütten ayrılma zamanımızda bildiğimiz Hacıbekir lokumunu tülbentlerinin içine koyup ağzımıza verirmiş ki o tatlılıkla bizim ağlamamız kesilsin. (Bir şey hatırlattı mı?) Şimdi değişen ne? Aynı analarımızın, ninelerimizin, bacılarımızın türbanlarının içine koydukları Hacıbekir lokumuyla susturmuyorlar mı ya da dikkatimizi dağıtmıyorlar mı? Ya susuyoruz türban diyince ya da gözümüz başka bir şey görmüyor.
Ben bildim bileli şehitlik sağcısı için de solcusu için de vatanını sevenin ulaşabileceği en üst mertebeydi. Şimdi canını veren şehitlerimizi de önümüze koydular bizi susturmak için çevirdikleri işleri gizlemek için. Ne zaman bir olay olsa televizyonlarda bir şehit ailesi dramı dramatikleştirilerek anlatılıyor.
Evliyalarımız vardı türbelerini ziyaret edip çiçeklerini suladığımız. Şimdilerde hepsi birlik olmuş birilerinin rüyalarına giriyor, yol gösteriyor, bazen karınca olup ÖSS’ye giren öğrencilere doğru şıkları söyleyiveriyor, bazen birilerinin kapısının önüne para bırakan hayırsever banker oluyor, bazen de akut görevlisi olup hayat kurtarıyor deprem göçüklerinde. Ve nasiplenen vatandaşlarımızın bu sırlarını anlatası geliyor sırların kapılarının aralandığı televizyon kanallarında.
Bizi özlediğimiz ailemize ulaştıran, sevdiğimizden uzaklaştıran yollar ne güzel oyuncaklarmış. Her kahvehanede bir sözdür tutabilene, aklına yatırabilene aşk olsun: Daha ne yapacak adamlar bu kadar yolu yapmak kolay mı? Bak kaç tane makine çalışıyor. (Hangi parayla çalışıyorsa)
Yukarıdakiler elimize verilen oyuncaklardan bazıları, nasıl, gerçekten hepimizin çok hoşuna gidiyor değil mi? Biri bizi ilgilendirmiyorsa diğeri ilgilendiriyor zaten. Peki ya bu oyuncaklarla elimizden aldıkları değerlerimiz…
Şimdi bırakın yazıyı okumayı ve düşünün ilkokuldan beri anlamıyla bize öğretilen ruhumuza işlemenin doğru olduğunu, bunu yapmamız gerektiğini anladığımız, vay be adam neler düşünmüş diye iç geçirdiğimiz ATATÜRK İLKELERİ’nden kaçını anlamıyla hatırlıyorsunuz.
Müsaadenizle ben elimizden alınan birkaç ilkeyi saymak istiyorum.
DEVLETÇİLİK: Devletin, kendi bekası ve halkına istihdam teşkil etmesi için ekonomik faaliyetlerde bulunması. Sanayi kollarıyla bu amacını gerçekleştirmesi… Hani devletin elindeki sanayi kuruluşları… Nerede devletimizin gelir kaynakları. Hani halkımızın istihdam kaynakları… Şimdilerde kaç kişi özelleştirme mağduru işsiz ya da devletin her hangi bir kolunda alakasız, vasıfsız işçi konumunda. Liberal ekonomiyi bize aşılayan devletler devletçiliğe dönerken; Gitti DEVLETÇİLİK.
MİLLİYETÇİLİK: Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin bütünlüğünü çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı. Bölündük, böldüler… Devlet kendi eliyle Atatürk’ün milliyetçilik adına kurduğu Türk Dil Kurumu’nu Türk Tarih Kurumu’nu hiçe sayarak kendi kanalında başka bir (sözde) dilde program yapmaya ve federal devlet kurma politikasından söz etmeye başlıyor. Gitti MİLLİYETÇİLİK.
Soru: Sırada hangisi var ya da biz oyuncaklarımızla oynarken hangisini aldılar elimizden bizim haberimiz yok.
Gururla astığımız Atatürk tablolarını duvarlarımızda tutabilecek miyiz? Ya kahrından kendisi düşer ya da…
NOT: KPSS sınavı nedeniyle elimde hâlihazırda bir yazım bulunmadığı için çok sevdiğim bir okuyucumun bana yolladığı yazıyı yayınlıyorum kusurumu bağışlarsınız umarım … Allah a emanet olun saygılarımla
#