Okumanın Kuralları Nelerdir?
Fahrettin YILDIZ
Yayın:
Güncelleme:
Mesela Kur’an bilgisinden ve müspet ilimden değil de söylentilerden beslenen pek çok Müslüman genelde dindarlığı, özellikle de İslam’ı doğum hediyesi, imanı da tabii kaderi gibi okumaktadır. Bu yüzden bizim ülkemizde iman da inkâr da kendi gerçekliği içinde oluşmuyor; büyük ölçüde bir tepki olarak ortaya çıkıyor.
Aynı şekilde “Bilmeyeceksin ama inanacaksın” mantığı ile hareket ediliyor. Bu mantık, insanı imana götüren bilginin anlamını silikleştirirken anlamı pek de bilinme-yen ritüelleri ve tapınmaları öne çıkarıyor. İbadetlerin bilinçli eylemler olmaktan çıkıp adeta körü körüne tekrarlanan birer adet haline dönüşmesi de yapılan bu tespiti doğ-ruluyor.
Bir de ülkemizde Kur’an ezberi (hafızlık) genellikle çocuğun pek fazla bir şey bilmediği ve akıl yürütmeyi tam olarak öğrenemediği bir dönemde gerçekleştiriliyor. Buna gerekçe olarak da o yaşlarda biyolojik fonksiyonlar açısından ezberin daha kolay ve kalıcı olması gösteriliyor. Bu gerekçe bir yönüyle doğru ve haklı olsa da böyle bir okumanın ortaya çıkaracağı diğer pedagojik ve psikolojik sorunları göz ardı ediyor. Çünkü çocuğa anlamayı dışlayan bir ezberi içeren karakter özelliği, onun sor-gulama yeteneğini büyük ölçüde törpüleyip köreltiyor ve onu ileri yaşlarda sorgusuz kabule yatkın bir kişilik yapısına sürüklüyor. Yani çocuğun bilinci, adeta ezberle tut-sak ediliyor. Hâlbuki çocuğu Kur’an’la ilişkiye sokan sürecin, soruları olmayan bir ez-berden ziyade, özü çocuk beyninde en saf, en üretken haliyle somutlaşan ve akıl de-nen cevhere dayanmalıdır. Kısacası çocuğun Kur’an’la ilgisi, kuru bir ezbere değil akıl denen cevhere dayanmalıdır.
Kur’an’da yer alan Hz. Adem’le İblis kıssasını bilinçli okuyan bir okuyucu ise o kıssadan sadece şeytanla insanın cennetten kovulduğunu değil, Yaratıcı ile bozulan ilişkinin nasıl düzeltilip düzeltilemeyeceğinin yolunu da öğrenir. Çünkü Hz. Adem ha-tasını itiraf ve telafi yani tevbe ettiği için affa mazhar olurken İblis, hatasında ısrar edip onu savunduğu için laneti hak etmiştir. Demek ki helak ve lanet hata yapanlara değil yaptıkları hatayı savunanlaradır. Aynı şekilde Hz. Adem işlediği günah ve ettiği tevbeden sonra yeryüzüne sürgün edilmemiş, aksine ilahi rehberliğin sürekliliği vaa-diyle misafir edilmiştir. Öyleyse ademoğluna tahsis edilen dünya, işlenen günahın bedelinden ziyade yapılan tevbenin ödülü olarak da onunabilir.
Görüldüğü gibi Kur’an’ı sadece diliyle değil aynı zamanda kendi mantığı ve içe-riğiyle de okuyup kavramak gerekir. Bu da onu parçacı yaklaşımlarla yetinmeyip bi-linçli ve bütüncül olarak okumakla gerçekleşir. Böyle yapılırsa ayetleri yanlış anlama-nın ve yanlış anlamadan kaynaklanan anlaşmazlıkların önüne geçilebilir.
Sonuç olarak Allah, peygamberine okumayı emredip Kur’an’ı ve bilmediklerini öğretmiş, Hz. Peygamber de Rabbinden aldığı doğru ve canlı bilgileri hazmedip kendi varlığının bir parçası haline getirdikten sonra insanlara iletmiştir. Şayet biz de Allah’ın oku buyruğuna aynı şekilde uyar bilmediklerimizi Kur’an’a sorarsak onun bize cevap verdiğini, onu dinlersek bizi ikna ettiğini görürüz çünkü bu kitap, bütün insanlık mantı-ğına yönelmiş evrensel bir hitaptır. O, bâtılı ortadan kaldırmak, gafili uyandırıp insan-lığı hakikatle buluşturmak, böylece insanları kemale ve kurtuluşa erdirmek amacıyla kendisine özgü dünyasından kopup gelmiştir. Demek ki Kur’an, mükemmelliğe giden yolda emin adımlarla ilerlemek isteyenler için bir yol arkadaşı ve haritasıdır. O, kendi-sini okuyup rehberliğine uyanlara doğru, güvenli, huzurlu ve mutlu bir hayat yaşata-cak sonunda da bilinçli okuyucularını ve imanlı mensuplarını salimen Allah’a ulaştıra-caktır. Allah bizi kitabını doğru okuyan böylece okuyup öğrenmenin erdem ve ödülü-ne nail olmayı hak edenlerden eylesin.
#