Sarıkız’ın Siyah Saçları
Hisar Muhafızı’ndan Sarıkız’a İthaf…
Erenler kalkıyor ışık saçarak. Ve ben, ilk defa onların içerisinde seni göremiyorum Sarıkız! Gecenin benden sorulduğunu söylemiştim sana. Gece, benim lacivert saçlarımdan okunur; gündüz, senin safran sarısı saçlarında yazılır. Sen gündüzü yazarsın, ben geceyi okurum.
Ama bu gece seçemiyor seni bir türlü gözlerim. Erenler, kalkıyor ışık saçaraktan: Dedem Hıdır ve sohbet yâranları Düz Türbe’nin; gökyüzünde üç parçaya bölünüyorlar... Sense yoksun aralarında. Yoksun. Yoksun musun?
Bakire Meryem’e olan muhabbetimiz sende tecelli etti. Onun günahsızlığını, iffetini sende aradık. Sen bizim mahcubiyetimiz, çekingenliğimiz, sıkılganlığımızdın. Başımıza yerleştirdiğimiz nûru Hüdâ’dan bir taç idin. “Hüsnünden olur mihr-i münevver mahcûb” demiş Fıtnat Hanım. Yani senin güzelliğinden, o ışık saçan nurlu güneş utanır, mahcup duruma düşer.
Yalnız başına, bir başına, biricikliğinle bu Tepe’de, Fatımatüzzehra’dan bir nişane, Âl-i İmran’ın kızından bir cüz olarak, seni en güzide makama yerleştirmiştir bu belde insanı. Kızlarına, kadınlarına gösterecekleri bir âbide; hayır hayır, azize mertebesinde namusun timsali, temizliğin şiarı olarak…
Fakat anlıyorum ki ar ve hayâ perdesi yırtıldı. Başımıza taktığımız, nûru Hüdâ’dan o edep tacı, taşlık bir yolda paramparça edildi. Senin güneşi kıskandıran tenine cüzam dokundu, pul pul döküldü etlerin. Ve nihayet yapacaklarını da yaptılar sana. Safran saçlarını, bir ikindi vakti Beled-i Taraklı’nın gözü önünde tutuşturdular. Orayı Golgota Tepesi’ne çevirdiler.
Ey sevgili, iffetine ve namusuna dokunan hoyratlar; senin gibi ihlasın, ihsanın, takvanın endişesinde yaşayanlar elbette değildi. Onlar dürüstlüğü ve temizliği düşünmezler. Onlar Leyl-i Kadr’in (Kadir Gecesi) değil; leyl-i kâr’ın (kâr gecesi) hesabını yapan, ar yılını kâr yılına çeviren zavallı banknot-perestlerdir.
Onların baz aldığı ‘baz istasyonları’ rahmeti, merhameti değil; kanser huzmelerini dalga dalga saçarken, senin vücudunda beliren her bir tümörün, yarın belde çocuklarının çilli yanaklarından öpülürken hissedildiğinde, bu çocuklar kime lanet okuyacaklar ey Sarıkız?
Gözlerin kör, kulakların sağır; her gün özürlü çocuklara gebe kalıyorsun artık. Elektromanyetik oranı yüksek, biyolojik ve fizyolojik uyumu bozulmuş çocuklar… Bu çocuklar, kimin çocukları?
Sen takvanın, sen iffetin, sen mahcubiyetin ve namusun kızı… Benim Taşlarımın, Hisar’dan koparılmasından gafil olan bu halk, senin buldozerlerle çiğnenmene göz yumarken, kendisine dokunmayan bu yılanın, yarın doğmamış çocuklarını sokmayacağından ne kadar emin?
Seni, hep eski halinle hatırlamak düşüyor şimdi bana. Ay’ı yüzüne, güneşi saçlarına düşürmüş; taşın kenarına ilişik, bir başına oturuyorsun. Bize de vakti inkılap ettirmenin hırsı düşüyor yalnızca.
Seni itham etme hakkını taşımıyoruz hiçbirimiz. Sen, gömleği arkadan yırtılansın. Bundan böyle kırgın ikindi türkülerini, senin adına, ağıt sûretinde söyleyeceğiz ey sevgili…
#