Sima
Arnavut kaldırımlı sokakta hızlı adımlara ilerliyordu Selim. Kaçtığı yağmur değildi; aslında onu bekliyordu en sevdiği. Tanıştıkları kitapevinde, kitapevinin sahibi Erdoğan Babayı da özlemişti. Hoş muhabbet, kırk yaşlarında bir adamdı. Babalığı yaşlılıktan değildi, Selim takmıştı bu lakabı ona. Yol gösterici öğüt verici tavrından dolayı bilge bir adamdı. Sima ile tanışmalarına da vesile olmuştu. Zaten minnet duyuyordu sırf bu yüzden de. Selim adımlarını sıklaştırırken Kadıköy yağmurun esiri olmuştu. Saçaklardan ve oluklardan işleyen yağmurun altında Selim geçmişi düşünüyordu.
Böyle bir sağanak yağışta karşılaşmışlardı Sima ile Erdoğan Babanın kitapevinde. Sedir oturaklarda başlamıştı ilk bakışmalar. Semaver kıvamında demlenmiş iki bardak çaydı aşka katık yapıp içtikleri. İlk tartıştıkları kitapsa “Simyacı”; Selim bütün ayrıntıları hatırlamaya çalışıyordu. Bir de sıklaşan baş ağrıları olmasaydı; gittikçe unutkanlaşıyordu. Sima defalarca söylemişti ihmal etme diye ama korkudan mı yoksa umursamamaktan mı, sürekli kulak arkası ediyordu Selim. Çok şanslıydı Sima’sı vardı onun. Her sıkıntısını, her acısını, ağrısını unutuyordu yanında. Ona gidiyordu; mükemmel görünmeliydi.
Her zaman yaptığı gibi en şık takım elbisesini giydi, en güzel kokusunu sürdü, en sevdiği saatini ve kol düğmelerini taktı. Kim bilir belki yemeğe de gidebilirlerdi. Gerçi Erdoğan Babanın yaptığı tostları en lüks lokantaların yemeklerine değişmezdi ama…
Kadıköy’deki şirin küçük dükkâna geldiğinde üzeri biraz ıslanmıştı. Dükkânın giriş kapısının camında kendine baktı, üzerini düzeltti büyük bir özenle; çünkü sevdiği içerdeydi, birazdan onu görecekti. Her buluşmalarında ilk gün heyecanını yaşayan Selim içeri girdi. Hafif soluk loş ışıkların bulunduğu sedir oturaklarla kaplı bu mekânın içindeki o mistik hava her zamanki gibi Selim’i buyur etti içeri. Tarifsiz bir huzur kaplıyordu içini buradayken, bütün dertleri kapıdaki askılığa asıp giriyordu içerdeki sevgiliye
Her zamanki oturdukları masaya baktı. Masada bir oturak vardı sadece ve Selim gerçeği o an hatırladı. Sima artık yoktu. Kaza olalı iki yıldan fazla olmuştu. Selim her Pazar mezara sevdiğini ziyarete gitmeden uğruyordu buraya. Eski günlerdeki gibi demli bir bardak çayı onun şerefine içiyordu hiç bitmeyecek sevdasına katık ederek. Yalnızlığın içinde bulduğu ve yokluğunu sevdiği sevgilisine içiyordu. Ve her geldiğinde “Simyacı”nın bir bölümünü okuyordu. Erdoğan Babanın öğütlerine sığınıyordu bazen : ‘daha ne kadar devam edeceksin böyle kendini harap etmeye. O yok artık gelmeyecek, gelemeyecek…’ Çayını bitirip yerinden doğrulurken kitaba yazdığı son cümleyi okuyordu: “Seni daima seveceğim ve hep beklenen olacaksın sana kavuşana kadar…”