Osmanlı'da Adalet
Değerli okurlarım, Osmanlı Cihan devletinin kuruluşunun 700, yılında bulunmaktayız. Bu yıl dönümünde tarihimizi ve geçmişimizi gerektiği şekilde öğrenmemiz ve dünü öğrenerek yarınlara daha iyi bakabilmemiz için bu yazıları yazmaya devam edeceğiz. Geçen sayıda tarihçi yazar, üstad Mehmet Niyazi'nin, "Tarih bir Milletin hafızasıdır, Tarihini bilmeyen Milletler; hafızasını kaybeden insanlar gibidir" sözünün altını bir değil bir kaç defa çizmemiz gerektiği kanaatindeyiz.
Geçen sayıda Osmanlı'nın Cihan Devleti olmasının altında yatan gerçekleri anlatmaya çalışmıştık. Bu sayıda da aynı yazıya değişik bir bakış açısıyla devam edeceğiz.
Geçen yazıda Osmanlı'yı Cihan Devleti yapan gerçeklerden bir tanesini; “Osmanlı Sultanlarının Mukaddes değerlere ve İlim adamlarına gösterdikleri saygı ve bağlılık” olarak göstermiştik.
Diğer bir gerçek de; adaletle hükmetmek ve iyi etraf tutmaktır.
Bu yazımızda, adaletle hükmetme ve etraf tutmayı anlatmaya çalışacağız. Osmanlı Devleti’ nin Sultanları etraf seçerken son derece titiz davranırlar işi ehline vermeye azami ölçüde dikkat ederlerdi. Fatih'i, Yavuz'u, Kanuni’yi veya bir başka padişahı; dünyanın süper gücü olacaksın üç kıtada toprakları bulunan bir imparatorluğu idare edeceksin, elbette bütün bu işler iğreti etraf ile yapılamazdı. Ağaç ne kadar büyük olursa, dalları da aynı nispette büyük olur. Bir insan etrafı ile değer kazanır, bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, derler.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'nın etrafına bir göz geçirelim; bakın O serverin etrafında kimler vardır:
Hz.Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) en yakın arkadaşı insanların en hayırlısı. "...Eğer, ben Rabbimden başkasını halil (dost) tutacak olsaydım, mutlaka Ebu Bekr'i halil edinirdim..."(1) Hadis-i Şerifin muhatabı. Sıdkı, merhameti, kişiliği ve idareciliği yüz yıllardır dünyaya örnek olmuş gönüllerden ve dillerden düşmemiş.
Hz.Ömer (Radıyallahu Anh), bir halife ki adaleti dünya hukuk literatürünün bir numaralı kaynağı olmuş, ismi adaletle özdeşleşmiş.
"Allah Teala Hazretleri, hakkı, Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)' in diline ve kalbine koydu Ömer'in dili hak dili ile konuşur" (2) Hadis-i Şerifine mazhar olmuş mümtaz bir şahsiyet.
Hz.Osman (Radıyallahu Anh), merhamet ve edep timsali, Allah (Celle Celalühu) için ne verirsiniz dendiğinde bütün servetimi veririm, diyecek derecede Allah ve Rasulune bağlı bir büyük şahsiyet. "...Kendisinden meleklerin haya duydukları bir kimseden ben haya duymayayım mı?..."(3) Hadis-i Şerif’ine muhatap.
Hz.Ali (Radıyallahu Anh), Taif günü Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hz. Ali (Radıyallahu Anh)' yi yanına çağırdı, hususi uzunca bir görüşme yaptılar. Bazıları bu uzun görüşmeden rahatsız oldu, bunun üzerine Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) "O’nunla hususi görüşmeyi ben (kendi arzumla) yapmadım. Allah'ın (arzusu ve emri ile Resulü) yaptı", Hadis-i Şerifine mazhar olmuş, ilimi, dirayeti ve devlet idaresindeki mükemmeliyeti yüz yıllardır idarecilere örnek teşkil etmiş büyük bir şahsiyet.
Talha'da öyle, Zübeyir'de, Abdurrahman'da ve diğerleri de hepsi de büyük şahsiyetler, hepsi de Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' in etrafı, çevresi idarecisi arkadaşı, İşte O Peygamber ki; Dünyaya İslam nizamını bu etrafıyla getirdi, O etraf ki, Alemlere Rahmet olarak gelen büyük Peygambere layık bir etraftı.
Bu manada Osmanlı'yı da incelediğimizde, Padişahların etraflarına ne kadar değer verdiklerini görürüz. Müslüman Türk Milletinin tarih sahnesinde, Dünyanın gidişatını değiştiren üç önemli hadisesi vardır. Bunlardan bir tanesi olan "Dandanakan" zaferi ve bu zaferin baş kumandanı ve Selçuklu Devleti’nin kurucusu Tuğrul Bey ve kardeşi Çağrı Bey; Rumeli’ye geçen İlk Osmanlı Sultanı olan Orhan Gazi, fakat Rumeli’yi feth eden Süleyman Gazi (Orhan Gazi’nin kardeşi), Fatih ve yanında Akşemseddin, Ulubatlı Hasan; Yavuz Sultan, Hasan Can, Sinan Paşa; Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayrettin, Mimar Sinan gibi. Saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok... Osmanlı Sultanları Cihan Devleti ve Cihan Sultanı olmalarının altında yatan gerçeklerden biri de iyi etraf tutmalarındandır, şakşakçılara ve yağcılara değer vermemelerindendir. Bir Hünkarın, bir başkanın ve bir liderin etrafına ve çevresine verdiği değerin nasıl olması gerektiğini bir örnekle anlatalım. Oruç Reis, Cezayir Devleti’nin Sultanı, Barbaros Hayrettin Paşa’nın abisi büyük denizci; Oruç Reis Tlemsen şehrinde İspanyollarla savaşa tutuşur. Düşman sayıca çok üstündür, Tlemsen'in çevresini tamamen kuşatır. Bu kuşatma tam altı ay sürer, bu altı ay içinde kuvvetlerinin önemli bir kısmı şehit düşer... Muhasaranın ilerleyen günlerinde Oruç Reis’in Leventlerinden sadece kırk kişi kalmıştır, diğerlerinin tamamı şehit olmuştur... Oruç Reis kırk levendiyle beraber kuşatmayı yarmaya karar verir, aksi halde kurtulma şansları kalmamıştır şehit düşmeleri kaçınılmazdır. Gecenin ilerleyen saatlerinde Oruç Reis ve Leventleri düşmana karşı taarruza geçer ve kuşatma yarılır... Düşman arkalarından takibe kalkışır, Oruç Reis ve Leventleri Rio Salado ırmağına kadar gelirler, bu arada düşman da arkadan yetişmiştir. Oruç Reis ve yirmi Levendi ırmağı karşıya geçer, fakat geri kalan yirmi Levent ırmağı geçmeye fırsat bulamadan düşman askerleri yetişir. Karşı yakada kalan Leventler seslenir; "Baba bizi düşmana bırakma!" diyerek feryat ederler... Oruç Reis, Leventlerini dinlemese, kendisini kurtaracak, hatta yeni ordu toplayacak ve düşmandan intikamını çok daha şiddetli alacaktır. Fakat! Oruç Reis bunu yapmaz, geri döner, ya Leventlerini kurtaracak, ya da onlarla beraber şehit olacaktır. Geri döndü ve kırk Levendiyle beraber, kendilerinden sayıca çok üstün olan düşmanla kanlarının son damlasına kadar vuruşarak şehit oldular. İşte Reis, işte Lider, işte Kumandan; Başkan, Lider, Amirler veya olmaya aday olanlar, Oruç Reis’ ten alacağınız çok dersler vardır. Oruç Reis’in tercihi, okullarda ders olarak okutturulacak derecede önemli bir hadisedir. Ben kurtulayım da; geri kalanlar ne olursa olsun, diyenden lider olmaz. Oruç Reis’in kendisiyle beraber etrafında şehit oldu amma, ilkeleri ve idealleri kardeşi Barbaros'u Akdeniz fatihi yaptı, Cihan Devleti’nin Kaptan-ı Derya’sı oldu. Oruç Reis’in etrafına ver diği değerin neticesinde, Akdeniz Osmanlı'nın egemenliğine girmiştir. Barbaros Dünya’nın bir numaralı denizcisi olmuştur. Osmanlı'nın denizlerde ki muvaffakiyetinin temelinde Oruç Reis’in ilkeleri vardır. İşte Osmanlı'yı Cihan Devleti yapan unsurlardan bir unsur.
smanlı Devleti adalet müessesesini eksiksiz uygulayan, adaleti, dil, din, ırk farkı gözetmeksizin herkese eşit dağıtan bir Devlet yapısına sahipti.
Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' imiz Mekke Fethinde... Mahzumoğulları kabilesinden Fatıma bint-i Esved hırsızlık yapar... Kadın itibarlı ve soylu idi ve Kureyş yanında da hatırı sayılıyordu. Kadının affı için, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' e manevi evladı Usame bin Zeyd'i gönderirler... Hz.Üsame, kadının durumunu ve af isteklerini anlatınca; Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem )’ın rengi birden bire değişti:
"Sizden evvelkileri şu davranışları mahvetmiştir; Onlar, asıl, soylu birisi hırsızlık yaptığı zaman onu serbest bırakırlardı. Zayıf, güçsüz birisi hırsızlık edince de ona hemen ceza verirlerdi. Muhammed'in varlığı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; Fatıma bint-i Muhammed, hırsızlık edecek olsaydı, muhakkak onun da elini keserdim!"(4) İşte adaletin tarafsızlığı ve önemi. Adaletin herkese eşit dağıtılmadığı toplumların helak olacağı ve bu devletlerin ayakta kalmaları mümkün olmadığı açık bir şekilde anlatılmaktadır. Osmanlı'da adalet ile ilgili bir iki rivayeti aktaralım.
İstanbul'un fethinden sonra Hz.Fatih bütün mahkumları serbest bırakmıştı. Bu mahkumların içinde bulunan iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini bildirdiler... Durum Fatih'e bildirilir, asker gönderilerek papazları huzuruna getirtir... Papazlar Bizans İmparatoru’nun halka zulüm ve işkence yaptığını, kendilerinin de adalet tavsiye ettikleri için hapse atıldıklarını, zulüm ve işkencenin olduğu bir dünyada yaşamaktansa, zindanda kalmaya karar verdiklerini söylerler... Fatih papazlara:
-Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimizi geziniz, Müslüman Kadıların ve Müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz... Fatih'in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Fatih'ten aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa'da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar:
Bir Müslüman, bir Yahudi'den bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta çıkmış.
Müslüman'ın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp Kadı’nın yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de Kadı henüz makamına gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam Kadı’nın gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da, o gece ölmüş.
Hadiseyi daha sonra öğrenen Kadı, atı alan Müslüman'ı çağırıp meseleyi şu şekilde halletmiş:
-Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine, madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını Müslüman'a vermiş.
Papazlar İslam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler. Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik'e uğramış. Papazlar orada da şöyle bir olayla karşılaşırlar.
Bir Müslüman diğer bir Müslüman'dan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman, bu altınları küpüyle beraber tarlayı satın aldığı öbür Müslüman'a götürüp teslim etmek ister;
-Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiyata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der. Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:
-Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Her iki tarafta anlaşma sağlanamayınca, mesele mahkemeye intikal eder. Kadı her iki tarafı dinledikten sonra. Her iki şahsa çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı, diğerinin de bir oğlu olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını çeyiz olarak verir.
Papazlar daha fazla gezmeye gerek kalmadığına kanaat getirirler ve İstanbul'a gelirler. Fatih Sulta’nın huzuruna çıkan papazlar görüp yaşadıklarını anlattıktan sonra derler ki:
-Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve bir birinin hakkına saygı ancak İslam Dinin’de vardır. Böyle bir Din’in sahipleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler.
Dününü bilmeyen yarınına sağlıklı bakamaz. Osmanlı bir gelmiştir, pir gelmiştir, bir daha O’nun benzerinin meydana gelmesi mümkün değildir. Son iki yüz yıldır içten ve dıştan bütün karalamalara rağmen, tarihi gerçekleri saptırarak bu günlere taşımalarına rağmen, Osmanlı gerçeğini yok saymak mümkün olmadı. İbn-i Haldun der ki: "Su nasıl suya benzerse, bir milletin geçmişi de geleceğine öyle benzer. "Her şey aslına rücu eder. Hayatın kanunu budur, ne yapılırsa yapılsın bu milletin aslına rücu etmesi engellenemez. Biz geçmişte tarih yapan millettik. İlmimizle, teknolojimizle, adaletimizle, insana verdiğimiz değerle dünyaya yön veriyorduk, çok uzak değil, bir zaman sonra etraf seçme ve seçtiği etrafın kıymetini bilen, etraf için gereğini yapan idarecilerle o muhteşem yılları tekrar yaşayacağız.