Sonbahar
Küçük bir yerde büyümenin kederi düşer sonbaharda. Çünkü ağaçlarını nasıl tanırsan o beldenin, insanlarını da öyle tanırsın. İkisi arasında teneffüs ederek büyümüşsündür çünkü. İkisi arasında koşaraktan…
Ağaçlar, sonbaharda yapraklarını koyuverdi mi toprağa, gücenirsin… Ne anlatmak istediklerini anlayamazsın bir türlü, belki ağlarsın.
Ağaçların dallarından, insanların kucaklarına sığınırsın sen de. Kırgın kalbini teskin edecek yuva ararsın etraflarında gezinerek. Onlarla doğmuş, onlarla oynamış, onlarla büyümüşsündür.
Fakat beklenmedik bir karşılık çarpar seni, sonbahar ağaçlarında olduğu gibi; elinden tuttuğun varlığın, elini bıraktığına şahit olursun, parmaklarının çözüldüğünü…
Bu, ağaçları anlamaktan daha da zordur. Belki onu anlayamadığından, bunu da anlamakta zorluk çekmektesin.
Yalnız kalmak tedirginlik verir, daha çok meşgul eder çünkü hislerini.
Şaşkınlığını dinleteceğin kör bir kuyu ararsın. Veya kendi sesini aksettirecek yüce bir dağ... Seninle aynı sancıyı çağıldayan bir nehir olup akmalısın vadiler boyunca.
Sonra yine yüzleşmek zorunda olduğun bir ben… Bir cevap, ötelerden…
Gece, bitmez sandığın en ağır acıları dökünüp, umudu, damarlarından çektiği bir demde, karanlığı bitiren müjde olup işitilir Bilal’in özgür sesi: “Esselâtü hayrun minen nevm.”
#