Yemekli Vagon
Yüzü bana dönük olduğu halde, karşısında oturan kızın saçları bir perde olmuştu; belki bir rüzgâr sadece bir kaç saniye izin veriyordu bana, sonrası yine karanlık. Fırsat bulamıyordum inceleyebilmek için. Tren rayları üzerinde değişen hızlarda semi-lüks yolculukta, nereden geldiği belli olmayan yarım arabesk şarkılarla ince bir hüzün deminin eşliğinde oyuncaksız kalmış çocuklar gibi farklı uğraşlar arıyorduk kendimize.
Yemekli vagondan ayrı bir hayat öyküsü geçiyordu işte, gittiğimiz yolun tersi yönünde. "Acaba kendi vagonlarına ne zaman gidecekleri" endişesi sararken içimi, köşedeki masada gözleriyle aynı anda donuk ifadelerle iki farklı yönü süzen adamın bira içişi çekiyordu dikkatimi. Bir an kendimi kırık dökük tükenmez kalemiyle kelimeler kovalayan, cümleler uyduran gariban ve yalnız yaşlı bir yazar olarak görüyorum gecenin karanlığını gösteren pencerenin karanlığında.
Bir durak daha geçtik işte, geçtiğimiz yitirdiğimiz ama bir türlü defnedemediğimiz saniyeler gibi. Dört kişilik masaları çokluklarımızla işgâl ediyoruz, ben ve diğerleri ve ötekiler. Herkes kendi başına birileri. Bizler, onlar, bunlar ve ara sıra yüzünü görebildiğim gülen kız. Meğer bir anlık küçük mutluluklara ne kadar muhtaçmışız, ne kadar cebimiz kabarık veya boş olsa da aslında hepimiz sandığımızdan da fukaraymışız.
Bir çay ısmarladım kendime. Artık bir vahde gibi duyduğum tren tıkırtılarının sesi arasından "şangırt" diye kırılan bir bardağın sesini duyuyorum. Herkes susuyor ama tren umursamaz amacına doğru yol alıyor. Kız konuşuyor, sesini duyuyorum ama anlayamıyorum pür dikkatimle. Onun da elinde bir kalem bir kağıt. Acaba ne yazıp çiziyor diye merklanıyorum kapıdan içeri yeni müşteriler girerken.
Yemekli vagonda emekli olma hayallerini anlatıyor kuşetli vagonun kondüktörü, yataklı vagonun kondüktörüne. Duyabiliyorum, "sen gençsin daha!.." diyor uyaran bir bilge sesiyle. Adamın birisi kahverengi kaplamalı koltukta oturmuş, mönüye bakıyor. İki dünya arasında hareket eden başka bir dünya sanki bu tren. Keşke kalplerdeki gizli yolları da keşfetse.
Durak durak derken, bir il sınırı daha geçiyoruz. Yüzünü göremediğim o kız hala orada işte. Seviniyorum minik ve nazik beyaz ellerini gördüğümde. Kendi ellerimle bakıyorum, bir elim nikotin sarısı, diğeri kalem nasırı. Denge işte. terazisiz acayip birşey işte. Anladığımda hayatın sırrını çözmüş olacağıma inanıyorum. Otomtik vagon kapılarını çirkin düğmelerle ilkelleştirmişler. Belki de vardır bir bildikleri...
Hâlâ merak ediyorum nereye gideceklerini, ama utanıp soramıyorum. Kahrolsun içime gömdüğüm hınzır çocukluğum.
#