Hz. İbrahim’in Zulüm Ateşinden Kurtuluşu
Hz. İbrahim kıssasının ilk perdesinde İbrahim(as), Hz. Nuh'un izinden giden, onunla aynı inanç ve davranış ilkelerini paylaşan, onun başlattığı tevhid mücadelesini devam ettirmekle görevlendirilen bir Allah elçisi olarak takdim edilmekte; Hz. Nuh'un asırlar önce inkârcı kavmine karşı verdiği tevhid mücadelesinin bir benzerini, bu sefer Hz. İbrahim'in, gönderildiği putçu kavmine karşı vermek zorunda olduğu belirtilmektedir. Çünkü ezelde takdir edilen tevhid yolu birdi. Her Allah elçisi bu yolda yürür, bu yolda birleşir ve bu yoldan hedefe ulaşırdı.
Bu yüzden kıssasın ilk perdesinde, Hz. İbrahim'in kalbinin selâmetine, akidesinin sıhhatine ve fıtratının temizliğine dikkat çekilmektedir. O, başta inkâr ve şirk olmak üzere bütün günahlardan arınmış, nefsanî tutkulardan kurtulmuş ve kendini Allah'a adamış iman sahibi iyi bir insan olarak karşımızda durmaktadır. Bu yüzden Hz. İbrahim, Allah elçisi olmanın yanı sıra “halilullah/Allah dostu” unvanını da almıştır. (Nisa 4/ 125)
Şimdi onu, kalbine imanı yerleştirmiş, dilini burhanla donatmış, nefsini Allah'a teslim, kendisini de iyiliğe tahsis etmiş bir peygamber olarak babasına ve kavmine seslenirken görüyoruz. Ne dediğine kulak veriyoruz ve onlara; yaptıklarının doğru olmadığını, taptıklarının da ilâh olamayacaklarını yüksek sesle haykırdığını duyuyoruz. Çünkü ne onların taptıkları şeyler tapılacak vasıflara sahipti ne de aklı başında olan bir insan böyle şeylere tapabilirdi. Hz. İbrahim, babasına ve kavmine, putlara tapmanın yanlış olduğunu etkili sözlerle, nasihat diliyle ve aklî delillerle anlatmaya çalışıyordu. Çünkü tebliğde ve tevhid mücadelesinde delil, öncelikle aklî olmalı ve sözle anlatılmalıydı. Buna rağmen muhataplar anlamamakta ve inkârda ısrar edenlerse, o zaman da sözden fiile, uygulamaya geçilmeliydi. Tevhidi mücadelede usül buydu. Hz. İbrahim de bu usule uydu. Ama onun putçu kavmi, hakikati anlamak ve hakka uymak istemiyorlardı. Bunun için Hz. İbrahim artık vereceği kararı vermişti. Daha önce kınadığı putları şimdi kıracaktı. Fakat bunu nasıl ve ne zaman yapacaktı? Tam da bunları düşünürken önüne önemli bir fırsat çıktı. Bir bayram günüydü, belki de nevruzdu. Âdete göre halk, o gün puthaneye yemekler getirir, putların önüne koyarlar, kendileri de kıra gidip eğlenirlerdi. Gezip eğlendikten sonra da o yemekleri alıp puthanenin dışında bir yerde yerlerdi. İşte böyle bir günde kavmi, İbrahim(as)'i de bayram yerine götürmek istemişler, ona kendilerine katılmasını teklif etmişlerdi. Fakat o, “Ben rahatsızım, kıra bayıra gidecek halim yok” diyerek put katılma teklifini reddetmişti.
Zaten Hz. İbrahim düşündüğünü yapmak için böyle bir günü bekliyordu. Putçu kavmi; bayram şöleni için şehrin dışına çıkınca aradığı fırsatı buldu ve daha önce kafasında tasarladığı planı (Krş. Enbiya 21/ 57) uygulamaya koydu. Gizlice putların yanına sokuldu. Önlerinde tatlı yemekler ve taze meyveler bulunan putlara, alayımsı bir eda ile niçin yemediklerini, neden konuşmadıklarını sordu. Tabii ki onun asıl öfkesi, putlardan ziyade onlara tapanların sakat düşüncelerineydi.
Artık Hz. İbrahim'in duyguları patlama noktasına geldiğinden o, içindeki öfke bardağını sözle değil, hareketle ve eylemle boşaltmalıydı. Hz. İbrahim de böyle yaptı. Bütün gücüyle putlara yıkıcı bir darbe indirdi. Sanki puthaneye bomba düşmüştü. Çünkü bu vuruşla putların hepsi kırılmış, sadece en irisi kalmıştı. (Enbiya 21/ 58) Bunu da İbrahim(as), kavmi dönüp geldiklerinde olup biteni ona sorsunlar, en büyük putun bile cevap veremediğini görsünler, böylece putların ilâh olamayacaklarını anlasınlar diye bilerek bırakmıştı. (Krş. Enbiya 21/ 58-61)
Bu arada bayram sona ermiş, törenden dönenler acıktıkları için puthaneye gelmişlerdi. Putlarının kırılıp parçalandığını görünce: “Kim yaptı bu fenalığı tanrılarımıza? Kim yaptıysa onun çok zalim biri olduğundan kuşku yok!” (Enbiya 21/ 59) diyerek bu işi yapanı araştırmaya başladılar. Yaptıkları soruşturma neticesinde putları kıran failin, İbrahim olduğunu öğrendiler. Onu yakalayıp sorguya çektiler. Durum çok ciddiydi, sinirler gergindi. Sorguya: “Ey İbrahim! Tanrılarımıza bu hakareti sen mi yaptın?” (Enbiya 21/ 62) diyerek girilmişti. İbrahim de: “Belki o dediğinizi şu büyükleri, ben burada dururken şu cüce putlara ne diye tapılıyor ki diye kızarak yapmıştır; en iyisi siz, şu yerde serilen küçük putlara sorun; o zaman doğrusunu öğrenmiş olursunuz, tabii eğer dile gelip cevap verebilirlerse!” (Enbiya 21/ 63) diyerek kendini savundu. Bu cevap karşısında putçular şok oldular, bir an için verecek cevap bulamadılar. Vicdanlarına müracat ettiler. Hz. İbrahim'in haklı, kendilerinin haksız olabileceklerini düşündüler. Ne var ki putçular, hem kaba ve kalabalıktılar hem de öfkeli ve heyecanlıydılar. Bunun için onlar, açık söze ve gerçeğe rağmen gafletten ve öfkeden kurtulamadılar. Çok geçmeden yine eski düşünce tarzlarına, yani Hz. İbrahim'i haklı bulup temize çıkarma temayülünden aniden vazgeçip eski suçlayıcı tavırlarına döndüler. Hak karşısında söyleyecek sözleri ve savunacak görüşleri kalmayan zalim kişi ve kadroların, her zaman başvurdukları bir yöntem olan kaba kuvvete yöneldiler. Hz. İbrahim'i yakarak öldürmeye karar verdiler. Bu gerçekten büyük bir tuzak ve haksızlıktı. Zira bu tuzağı putçular kurmuşlar, o ana kadar azaptan ve ateşten hiç bahsetmeyen İbrahim'e, ateşle azap etmeyi reva görmüşlerdi. Acaba bu plan tutacak, ateş İbrahim'i yakacak mıydı? Zira bir de inkârcıların hiç hesaba katmadıkları ve kabule yanaşmadıkları Allah'ın planı vardı. Nitekim Allah onu ateşten korudu. (Enbiya 21/ 69; Ankebût 29/ 24) Böylece Hz. İbrahim, sahip olduğu üstün manevî güç ve gösterdiği basiretli direnç nedeniyle Allah'ın yardımına ve himayesine mazhar olup maruz kaldığı zulüm ateşinden kurtuldu. İnkârcılar ise her zaman olduğu gibi yine hüsrana uğradı. Onların uğradıkları hüsranla birlikte, kıssanın daha önce açılmış olan ilk perdesi de burada kapanmış oldu.
#