Geleceğin Aydınlık Yüzü: Öğretmen
Öğretmenin hayatımızdaki anlamı nedir?
Bu sorunun cevabını öğretmen Mehmet Yumak veriyor;
"Düşünün, öğretmenin etkili olmadığı bir an var mı hayatımızda? Öğrencilik hayatımızdan bu yana ne çok şey paylaşmışız değil mi öğretmenle. Okula gitmişiz o, mesleğe başlamışız o, çocuğumuz okula başlamış o. Fark etsek de fark etmesek de hayatımızın hep başrolünde olmuş öğretmen.
Başlangıçta her şey bir oyun gibiydi. Okul bahçesinde biraz kaygılı, biraz korkulu, biraz meraklı bakışlarla etrafı süzerken "hoş geldiniz" diyen o ses, durduk yerde oyunun içine dahil olmuştu. Garipti ama bu insan daha önce hiç görmediği ve tanımadığı bize, annemiz gibi babamız gibi sevgi ve şefkat gösteriyordu. Sevmeyi öğreniyorduk ondan hem de karşılıksız sevmeyi. Annemizi, babamızı, komşularımızı, bayrağımızı, milletimizi, devletimizi kısacası yaratılan her ne var ise yaratanın hatırına sevmeyi…..
Sonra toplumda kabul görmemizi sağlayacak değer yargılarını öğretti bize. Ahlaklı olmayı, dürüst olmayı, hakkını ve haddini bilmeyi, saygıyı, hoşgörüyü vb.
Ya bugün var olduğumuz yere gelmemizi sağlayan bilgileri kimden öğrendik? O akademik bilgiler kimimizi cumhurbaşkanı, kimimizi başbakan, kimimizi bakan, kimimizi vali, kimimizi müdür, kimimizi doktor, kimimizi hâkim … yapmadı mı?
İster öğrenci olalım, ister veli, ister yönetici, isterse sadece kendi halinde bir vatandaş eğitim-öğretimden etkileniriz. İçinde yaşadığımız her an ve gelecek eğitim-öğretimle yeniden biçimlenir. Eğitim-öğretimin merkezinde yer alan öğretmen adeta her gün yeniden formatlar dünyamızı.
Bütün bunlar gösteriyor ki hem bizim, hem milletimizin ve hem de devletimizin geleceğinde öğretmen önemli bir role ve değere sahip. Adeta hayatımızın anlamı o.
Peki, biz ona gereken değeri veriyor muyuz?
Bu soru herkesin kendi vicdanında cevabını bulmalı elbette. Ancak birkaç küçük değerlendirme yapmak istiyoruz.
Hem kişisel geleceğimize ve hem de toplumsal geleceğimize etkin katkıları olan böylesine özel bir mesleğin mensuplarının yetiştirilmesinde ve istihdamında her şeyden daha fazla ihtimam göstermemiz gerekir.
Durum böyle mi? Derdimiz kimseyi suçlamak değil. Ama bir bakış açısını yansıtabilmemiz için bunları da söylemeliyiz. Ziraat fakültesi mezunu doktor gördünüz mü? Ya da veterinerlik fakültesi mezunu hâkim. Yok, değil mi? Peki böyle öğretmenler var mı? …
Üniversitelerimizden diploma verip "öğretmensin" dediğimiz arkadaşlarımıza mı güvenemiyoruz yoksa onlara diploma veren üniversitelerimize mi?
Bir diğer facia daha atanırken kadrolu sözleşmeli diye ikiye ayrılmamız. O da yetmiyor, onbinlercemiz öğretmen olmak için yanıp tutuşurken bütçe dengeleri yüzünden atanamayıp ücretli öğretmen olarak çalışıyoruz.
Bütçe demişken; adeta insan yapan insan olan öğretmenlerin yaptıkları işin ağırlığına uygun gelir grubunda yer alıp almadıklarını da takdirlerinize bırakıyoruz.
Devlet erkinin-siyasi ve bürokratik irade- istediği vasıfta insan ve işveren/işgören yetiştirme gayretindeki biz öğretmenlere bakış açısı ile ilgili sözü uzatmak mümkün ancak vaktimiz kısıtlı olduğundan kısa geçtik.
Her türlü başarısızlığın faturasının bize çıkarılması ise bir başka yürek yaramız. Sakarya'mız özelinde konuşursak, ilköğretimde yaklaşık on üç bin mezunumuzun tamamını fen lisesine yerleştirmemiz bekleniyor adeta bizden. Ya da ortaöğretimi bitiren her öğrencimizi üniversiteye yerleştirmemiz. Biz dershane öğretmeni değiliz. Her birimiz çok büyük özveriyle adeta kendimizden katarak öğrencilerimizin iyi bir eğitim ve akademik yeterliliklerini artıracak iyi bir öğretim almaları için çalışıyoruz. Ancak bir yarış söz konusu olduğuna göre her yarışın kazananı ve kaybedeni de olacağını unutmamalıyız.
Bize emanet edilen gençleri "Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" bireyler olarak yetiştirmek asli görevimizdir. Bu açıdan bakıldığında öğretmen gerçek bir aydındır. Şöyle ki; kendi aklıyla düşünür, yaptığı işin hesabını önce kendi vicdanına verir, irfanı milletinin değerleriyle şekillenir. Kendisinde var olan tüm bu değerleri de her seferinde canından bir parça olan çocuklarına, öğrencilerine aktarır. Bilir ki onları "asalete de esarete de" taşıyabilir. Ve yine bilir ki: "Bir milletin ihyası; kötülerin imhasıyla değil, genç neslin eğitim ve terbiyesi ile mümkündür."
"Ülkenin şartları" mazereti hiç birimizi çözüme götürmez. Bu yüzden biz, devletimizin kurucusu başöğretmen Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Kurtuluş Savaşımızın en zor günlerinde -15 Temmuz 1921 de- "Maarif Kongresi"ni toplamasındaki mesajın anlamına uygun olarak hiçbir mazerete sığınmadan, görevimizi en üst düzeyde gerçekleştirmek için çalışmaya devam edeceğiz.
Sonsöz olarak bir soru sorup cevabını vererek tamamlamak istiyorum.
Öğretmensiz eğitim-öğretim olur mu?
Cerrahsız ameliyat olursa eğer, neden olmasın..."
#