Devlet Adamı Olabilmek
Soros ve A.B fonlarından beslenen, İşbirlikçi malum kalemler C.H.P Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in T.B.M.M’ de yaptığı bir konuşmayı bahane ederek yine “tarihle yüzleşmekten” bahsetmeye başladılar. Bu yüzleşmeciler Türk Milletinin Irkçılığını! Soykırımcılığını! Vahşiliğini! Milletimizin tarihi ile ortaya koyabilecekleri iddiasındalar. Hizmetleri karşılığı kendilerine verilen sütunlarda yazdıkları yazılarla sürekli Türk Milletinin geçmişte utanılacak, insanlık dışı işler yapmış olduğunu ima ederek “Geçmişinizle yüzleşin” yani yaptıklarınızı! kabul edin demekteler. Ellerinde bulunan yayın gücü ile Türk Milletinin ulusal direncini zayıflatmayı, yok etmeyi ve milletimizin kendine olan özgüvenini sarsmayı amaçlamaktalar. Türk Devletinin üniter yapısı bozularak “Yeni Osmanlıcılık” adı altında federatif bir yapıya dönüştürülmek ve Oluşturulacak bu yeni federatif devlet yolu ile Amerikan’ın bölgedeki menfaatleri korunmak istenmektedir. Analar ağlamasın diye nutuk atanlar gelecekte Türk analarını emperyalizmin menfaatleri için ağlatmanın hesapları içinde mi acaba? Bu oluşumlara karşı çıkacak milli direnci zayıflatmak için her şey yapılmakta. Türk Milletinin geçmişinde utanılacak, insanlık onuruna aykırı hiçbir şey yoktur. Geçmiş iyi ve kötü yanları ile bizim geçmişimizdir. Atalarımız insanlık onurunu yok sayan uygulamalar içinde olmamışlardır. Bizler insanlık onuru açısından iftihar edilecek, örnek gösterilecek bir ulusun devamıyız. Tarihin yüzleşemeyeceğimiz hiçbir dönemi yoktur. Gelin emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin iddialarını kısa, kısa ele alalım. Hadi gelin tarihle yüzleşelim. Osmanlı tarafından Tanzimat dönemine kadar özerk bir bölge olarak bölgedeki şeyhlerin ve ağaların yönetimine bırakılan DERSİM’ de(Tunceli) Tanzimat sonrası merkezi yönetimin etkinleştirilmeye çalışılması nedeni ile ayaklanmalar başladı. (1847,1877-78, 1885, 1892, 1893-95, 1907, 1911, 1916) Bölgede yönetim; siyasi ve idari otorite olarak ağaların, dini otorite olarak şeyh ve seyitlerin elinde idi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra yönetimi kaybetmek istemeyen ağalar ve şeyhler vergi vermek, askere gitmek gibi çeşitli zorunlulukları da yerine getirmek istemedikleri için merkezi yönetime karşı ayaklandılar. Ayaklanmalarda dış güçlerin etkisi de unutulmamalıdır. 1927 yılında Fransa’nın yönetimindeki Suriye’de Dr. Mehmet Şükrü Sekban başkanlığında “Kürt Milli Genel Kurultayı” toplanmıştı. Toplantıya katılan Kürt Teali Cemiyeti, Kürt Teşkilatı İçtimaiye, Kürt Millet Fırkası ve Kürt Ulusal Birliği adındaki dört örgüt toplantı sonrası Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı birleşme kararı alarak HOYBUN KÜRT TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜ kurdular. Bu toplantıya Taşnak Terör Örgütü lideri Van’lı Papaz Vahan Papazyan ve yandaşları da katılmıştı. Bu toplantı sonrası ortak bir bildiri yayınlandı. Bildiri “Kürtlerin özgür ve bağımsız yaşama hakkı için savaş kararı” ve “Kürt – Ermeni dostluğunu” içeriyordu. Yani Fransızların yardımı ile Kürtler ve Ermeniler anlaşmışlardı. Meydana gelen ilk ayaklanmalar bastırıldıktan sonra 1935 yılında Tunceli’nin yönetimi için özel bir yasa çıkarıldı. Buna göre bölgeye geniş yetkilere sahip bir askerî vali atanacaktı. Valinin düzeni sağlamak ve güvenlik açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden bir başka yere göndermeye ve il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya da yetkisi vardı. 1937’ de yasanın uygulanmaya başlanması yeni olayları başlattı. Bölgede güvenlik sağlanamadı ve hükümet otoritesi kurulamadı. Bu sırada Suriye sınırına yakın bölge ve illerde de benzer olaylar görüldü. “1937 yılında Atatürk Singeç Köprüsü'nün açılışını yapmak üzere Dersim'e gelecekti. Bu köprünün bir ucunda güvenliği sağlamak amacıyla bir askeri karakol bulunuyordu. İsmail Hakkı Teğmen'in komutasındaki karakola asiler tarafından saldırı düzenlenir. Karakol yakılır, 33 asker öldürülür.” (İhsan Sabri Çağlayangil, Anılarım- Bölgedeki dönemin emniyet görevlisi) “27 Mart 1937 tarihinde Tunceli-Erzincan yolundaki bir köprü Haydaran ve Demanan aşiretleri tarafından yakılır. Bölgenin telefon hatları kesilir. Jandarma birliklerine pusu kurulur. Pap bucağı karakoluna baskın düzenlenir. Seyit Rıza bizzat Sin Karakolu'nun da basılması için asi milislere emir verir. Bölgedeki 9. Seyyar Jandarma Taburu'na da baskın düzenlenir. Kendi vatandaşlarından kurulu düzensiz gerilla kuvvetlerine karşı savaşmak üzere eğitilmemiş ve bu yönde bir hazırlığı olmayan askeri kuvvetler kendilerini korumakta zafiyet içine düşerler. Birçok askeri birlik basılarak askerler öldürülür ve yaralanır. Asiler Malazgirt Köprüsü'nü tahrip ederler” (Bilal Şimşir, Kürtçülük Cilt II) Tarihle yüzleşmemizi isteyen işbirlikçiler vatanını bekleyen Mehmetçiğin akan kanından ve ağlayan Mehmetçik anasından bahsetmezler. Haçlı zihniyeti bunlara da yerleşmiş “Akan Türk kanı ise mubahtır”. Bunlara göre devlete isyan etmek özgürlük hareketi, vatanı savunmak soykırımdır. Seyit Rıza’nın İngiltere, ABD, Fransa ve öteki devletlerin dışişleri bakanlıkları ile Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği’ne hitaben yazdığı şikâyet mektubunu okuyalım. SEYİT RIZA’DAN EKSELANSLARINA “Dışişleri Bakanlığı Dersim-Kürdistan 30 Temmuz 1937 Sayın Bakan, Yıllardan beri, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışmakta ve Kürt dilinin gazete ve yayınlarını yasaklayarak, anadillerini konuşanlara eziyet ederek, Kürdistan’ın bereketli topraklarından gidenlerden büyük bir bölümünün telef olduğu Anadolu’nun çorak topraklarına, zorunlu ve sistemli göçler düzenleyerek, halka zulmetmektedir. Son olarak Türk Hükümeti, kendisiyle yapılan bir anlaşma sonucu, bu baskılardan arındırılmış Dersim bölgesine girmeye de kalkışmıştır. Bu olay karşısında, Kürtler göçün uzak yollarında can vermek yerine, kendilerini korumak için 1930’da Ararat Tepesi’nde, Zilan ve Beyazıt Ovası’nda olduğu gibi silahlara sarıldılar. Üç aydan beri ülkemde, tüyler ürpertici bir savaş sürüyor. Savaş olanaklarının eşitsizliğine ve bombardıman uçaklarının, yangın bombalarının, boğucu gazların kullanılmasına rağmen ben ve yurttaşlarım, Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direnişimiz karşısında, Türk uçakları kasabaları bombalıyor, yakıyor (?). Zindanlar yumuşak başlı Kürt halkıyla dolup taşıyor, aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor ya da Türkiye’nin tecrit edilmiş bölgelerine sürgün ediliyor. (?) Üç milyon Kürt, benim sesim-den Ekselanslarına sesleniyor ve bu hükümetinizin yüksek manevi etki-sinden Kürt halkını yararlandırmanızı sizden istirham ediyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımın kabulünü rica ederim. Dersim Generali Seyit Rıza” Acı ve üzücü olan bir hususu belirtmeden geçmek istemiyorum. Türk askerlerinin öldürülme emrini bizzat veren Dersim Generali! Seyit Rıza’nın idam hükmü infaz edilmeden önce söylediği “Evladı Kerbelayız. Ayıptır, zulümdür, günahtır” sözlerini “benimseyerek” kamuoyu önünde tekrarlayan bir Başbakanımız var.Başbakanımız AKP’nin 20 Kasım 2009’da yaptığı “genişletilmiş il başkanları Toplantısı”nda “Evlad-ı Kerbelayız, ayıptır, zulümdür, günahtır diyenlere yapılan Kerbela muamelesini Meclis kürsüsüne taşımak, millet ve insan sevgisiyle nasıl bağdaşır…..” demiştir. Devlete isyan edip, Türk Askerine kurşun sıkanlara Kerbela muamelesi yapılmış. Bunu söyleyen kim? Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan. Demek ki politikacı olmakla devlet adamı olunmuyor. Devlet adamı olabilmek farklı bir şey. Devlet adamı olabilmek için iyi bir kültür ve iyi bir tarih bilgisi gereklidir. Bir devlet adamı bölgeden alacağı 3-5 oy için gerçekleri çarpıtmaz. ABD Başkanı Obama Türkiye’de yaptığı konuşmalarda devlet ricalinin gözlerinin içine baka, baka “Tarihinizle yüzleşin” dedi. Biri çıkıp da “Siz önce kendi tarihinizle yüzleşin” demedi. ABD Kızılderililerle ve zencilerle yüzleşti mi? Afganistan ve Irak’ta yaptıklarının hesabını verdimi ki bize akıl veriyor. Savaş sırasında Ruslarla bir olup Türk Ordusunu arkadan vuran ve Türk köylerinde katliam yapan Ermenilerin tehciri neden olumsuz bir davranış olsun ki. Yaşanan karşılıklı kıtalın sorumlusu Türkler mi yoksa ihanet içinde Rus ordusuna hizmet eden Ermeniler mi? Türkler soykırımı kabullenmelidir diyen batılılar kendi geçmişlerine baksınlar. Fransızlar Cezayir’de, İngilizler Hindistan’da İtalyanlar Libya’da Ruslar Türkistan’da yaptıkları ile yüzleşmeden insan onurundan bahsedemezler. Tabii bunların ülkemizdeki yerli işbirlikçilerinin de bu konuda söyleyecek bir şeyi olamaz. Aziz Atatürk’ün veciz sözü ile bitirelim. NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE.
#