Eğitim Saçmalığı Üzerine Bir Çıkarsama
Eğitim üzerine yazı yazıp, konuşanların ekserisinin, temelle alakalı perspektif eksikliğinden kaynaklanan problemlerinin olduğu kanaatindeyim.
İçerisinde bulunulan sistemli eğitimin, etkisi dışına çıkamamanın verdiği bir handikap olsa gerek bu.
Zira, eğitim üzerine revizyondan (düzeltmeden) bahsedenlerin de aynı eğitim sürecini yaşadıklarını göz önünde tutarsak, buradan köklü bir değişim fikriyatı veya eleştirisi beklemek oldukça güç olacaktır.
Eğitimin, özü itibariyle, ideolojik bir mahiyetinin bulunduğu, zorunlu kılınmasıyla amaçlanan şeyin de, bu ideolojiyi kitleye aşılamak olduğunun farkında olamayanlar, maalesef sistem içi konuşmanın kısır döngüsü üzerinde vakit harcıyorlar.
Şu dersin önemi, bu dersin saati veya yöntemi üzerinden, bir değişimi konuşmak, ancak var olan yapının meşruiyetini kabule ve meşru kabul edilecek şeyin de mahiyeti üzerine hiçbir şekilde konuşamama vaziyetinden bir adım öteye götüremez kişiyi.
O halde, halka “zor” kullanılarak verilen, bu “zorunlu eğitimin” amaçladığı şey nedir, onu düşünelim.
Bunun cevabını, Fransız İhtilâlı’na kadar götürmemiz elzemdir; çünkü zorunlu kılınmış her şeyin, gelip ona dayandığını biliyoruz.
Fransız İhtilalı’ndan önce, her şeyin merkezinde nasıl Kilise varsa ve eğitimde de onun sözü geçerli ise, ihtilaldan sonra da merkeze oturan ulus-devlet, eğitimi kendi ekseninde biçimlendirmiştir.
Birinde Kilise'nin, diğerinde devletin tek tipleştiriciliği söz konusu, fakat yine de Kilise dediğimiz kurumun insanı, ulus-devlet kadar homojenleştirici bir organizasyona kattığını söyleyemeyiz.
Eğitimde, devletin tekel kurması, eğitim dediğimiz şeyin, devletin yararına olmak üzere kurgulanmasından kaynaklanır.
Yani merkezde “insan” yoktur. Devletin çıkarları doğrultusunda eğitilen “bireycikler” vardır. Veya vatandaş…
Bu öyle bir vatandaştır ki, Hitler döneminde Auschwitz’de gaz odalarının sadece düğmesine basmaktadır. Bu öyle bir vatandaştır ki Şaron’un emrinde tetiği çekmektedir Beyrut’ta. Ve Srebrenica’da, Hama’da, Halepçe’de, Gazze’de…
Devletlerin etkin olduğu (zorunlu kılınan) eğitimde, devletin yararına olmak üzere, devletin emir ve buyruklarını, görevlerini yerine getirecek yetenekte bir insan (vatandaş) yetiştirmek hedeflenmiştir.
Aynı ruhla kalıplanmış yurttaşlar güruhu…
Fabrikasyona maruz kalmış, standartlaşmış, yeteneksiz, ufuksuz, ruhsuz, sanatsız, egoist, ideolojik malzeme yığınağı…
Merkezinde, insani bir gayenin kesinlikle bulunmadığı: soğuk sarı duvarların, uzatılan kulakların, demirbaşların, formaların, antların, tozlu kütüphanelerin, yoklama fişlerinin, törenlerin, despot eğitmenlerin ve ezberlenip unutulan yığınla zırvanın bulunduğu bir çark.
Aynı ruhla doldurulmuş ve dondurulmuş hizmet eri insanlar(!)
Böylelikle, eğitim dediğimiz şey, parlak kültür ve medeniyet elbisesine bürünerek, aslında bir asayiş mekanizması görevini derinden ifa etmektedir.
Bunun yanında devlet, dört işlemi, okuma-yazmayı öğretmesini de, sürekli halkın yüzüne vurulacak bir minnet gibi sunmaktadır yaptığı tek matah şeyin gururuyla.
Kilise'yle hesaplaşan burjuva; çocuklarını, Kilise'ye (Tanrı’ya) teslimiyetten kurtarıp, okulun (ideolojinin) teslimiyetine bırakmıştır. Laik eğitimin amaçladığı şey de, böylece itaatkarlarını (müminlerini) kucaklamak olmuştur.
Batı tarihi için kaçınılmaz olan bu (d)evrim ve tohumları; Kilisesi, Ortaçağı, Engizisyonu, Papası, Mezhep Savaşı olmayan Batı dışı topraklara ekilerek, nasıl bir ürünle bizi karşı karşıya getirdiğini ve getireceğini hep birlikte görüyoruz ve göreceğiz.