Çocuklar Kavga Eder
Paylaşmaz oyuncaklarını bazen çocuklar. Vermek istemezler başkalarına. Bırak vermeyi başkalarının ellerinden almak isterler var olanları. Tabiî ki çocuk bunlar kavga eder kısa sürede de barışırlar. Çocukken oyuncak kavgaları, genç iken kız kavgaları, orta yaşta mal sevdası ve ardından mal ve makam kavgaları devam eder gider insanoğlunun yaşamında. Her insan kendine göre bir kavga bulur dünyada. Kimi mal, kimisi makam, kimisi de şöhret. Bu kavgalar insanoğluyla başlamış ve insanoğluyla bitecek. Adaleti ayakta tutamayan hiçbir toplum iflah olmaz. Böyle toplumlarda da kavga, sataşma ve dalaşma günlük bir yaşam halini alır. Böylelce haklının güçlü olduğu değil, güçlünün haklı olduğu bir sistemi kurmuş olursunuz. Ama unutmayın ki, bu gün güçlü olanlar yarın güçsüz olabilirler. İşte adaleti en güzel bir biçimde toplumlara uygulayabilenler için kavgalar asgari bir seviyeye inecektir. Sadece haksızlıktan, yalandan ve talandan çıkar sağlayanlar sıkıntı çekecekler. Sağduyulu insanlar yani çoğunluğun mutlu olabileceği bir toplum ancak böyle bir yapılanma ile olur.
Eğer geleceğimiz için kavga veriyor isek, sistemi adalet üzerine bina edelim. Üç kuruşluk menfaatler bizi mutluluğa değil sefalete götürür. Her yerde kavga olur. Kavganın her iki tarafında da menfaat çatışması hüküm sürer ve o toplum yok olma yolunda hızla ilerliyor demektir. Hak ve hakikatle menfaatler çatışıyorsa mutlaka hak galip gelecek ve her iki tarafın geleceği için arzu edilen bir yapı hâkim olacaktır.
Günümüzde seçilmiş kişiler neyin kavgasını veriyorlar dersiniz. Fındıkkabuğunu doldurmayan tartışmalarla ülkemizi muasır medeniyyet seviyesine çıkarılabilirler mi? Halkının yani meşru ihtiyaç sahiplerinin sorunları bilinmeden, dinlenmeden neyi doğru yapabilirsiniz? Yıllardan beri sürüp giden bir taht kavgası... İktidar olma savaşları almış başını gidiyor. Muhalefette verilen sözlerin kaç tanesi iktidarlar tarafından yerine getirilebiliyor ki? Muhalefet muhtacın yanında, iktidar alkışlayanın yanında oluyor hep. Halkın karşısına çıkıp halkı kurtarma sözlerini verirken iktidarda kendilerini kurtarma işine bakıyorlar. Hala ayıplarımızı yamalarla kapatıyoruz. Kişi başına 10.000 Dolar düşen bir ülkede hala açlar, sokakta yatanlar, çöplerden yiyecek toplayanlar, yardımlarla geçinen milyonlar var. Yeşil kartlı sayısına bir bakın bakalım. Nerde bu on bin dolarlar, kimin cebinde? Asgari ücret hala çay simit parasına denk geliyor. Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek boşuna yazmamış şu dörtlüğü:
Allah’ın on pulunu, paylaşa dursun on kul,
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul,
Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa,
Yaşasın kefenimin kefili kara borsa.
Ne değişti ki, lafla peynir gemisini kim yürütmüş… Kaderde kıvançta, barışta savaşta ve bölüşte eşitlik olmayan yerde hiçbir iş doğru dürüst yürümez. İnsanların güveni sarsılır. Bu tükenmeyen krediyi tüketirseniz Millet olarak hepimiz için büyük bir felaket oluşur. Önü alınmaz yaralar açılır ve zararını hepimiz görürüz.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, içimizdeki ihtirası kanaate dönüştürelim, doymaz gözümüzü doyuralım, hilekâr nefsimizi uyaralım. Kendimize gelelim, geç alınan tedbirlerin işe yaramayacağını şimdiden düşünelim. Emanetleri ehil olanlara verelim. Ehli zikir ile istişare edelim. Mazlum ve masum halkımızın sesine kulak tıkamayalım. Aksi durum; siz yapın yorum… Ne mutlu hakça paylaşımı ilke edinen ve hak etmediği bir şeye takla atmayan vicdanını koruyabilen şahsiyetli insanlara...
Kalın sağlıcakla değerli okuyucularım