Güzel Pazar
Tam ağaçların yanında ateş yakmam, biraz uzakta kurumuş dal kırıntılarıyla üzerine üçayak ocağımı koyduğumda, bir dostumun Malatya’dan getirdiği bakır çaydanlığı üzerine koyma anı. Çayın kokusunu, yere uzanmış yaprakların dansını izlerken duymak harika ötesi bir duygu, keşke bende bu kadar güzel dans edebilseydim. Yaprağın dala sarılışını ve her rüzgârda etrafında dönüşüne hayran olmamak elde değil.
Çayın ilk bardağını demli içmem, belki iki yok üçüncü bardak demli olabilir. Ev yapımı kurabiyeleri, börekleri ve el dokuması kilimimi çıkarma vakti. Herkes gemlik zeytinine hayran ama ben Bacı köyünün zeytinini yanımdan eksik etmem. Ve Ağaçlar Köyünün Keçi peyniri, Çardak Köyün hormonsuz domatesi ve verandamdaki minicik acı biberler. Acı midemi rahatsız ediyor lakin seviyorum. Hele kırmızı domatese dokununca o koyu yeşil, yalan yok şimdide canım çekti. Birkaç saat sonra midemde başlayacak olan yanmayı unutuyorum.
Zaman; yavaş ilerliyor burada, her saniyeyi doya, doya yaşayabiliyorsunuz. Araba sesi yok, insanların kızgın, alaycı, yapmacık bakışları yok. Sadece peynirli böreğimden dökülen kırıntıları karıncaların kaçırma telaşı var.
Ormanın içinden mavi suya bakmak, o berraklığı o masumiyeti ve o minicik dalgaların ana kucağına koşan bebek gibi usulca sahile vurmasını görmek, kocaman bir ahhhh çekesi geliyor insanın. Hiçbir canlıya kötü gözle bakamıyorsunuz, az önce gördüğüm yılan bile rahatsız etmemek için on metre öteden geçiyor.
Öğlen sıcağını atlattıktan sonra hafif bir lodos esiyor, içinizdeki kötülükleri bırakın, alıp gideyim der gibi. Sanki etrafınızda dönüyor, kusursuz bir bedeni yaratmak için. Bırakıveriyorsunuz kendinizi o esintiye. Ve istiyorsunuz; kulağınıza fısıldamasını, duymak istediğiniz cümleleri.
Yalan, dolan, ihanet, kandırma, aldatma gibi duygular yok. Her şey gerçek, yaşamın özü bu ağaçlar ve orman. Keşke sırt üstü uzanıp umutlara yelken açtığımda bulutların şekillerini anlamaya çalışmasaydım. Bir dahaki geleceğim günü şimdiden beklemeye başladım. Pamuk şeker gibi yeni oluşacak şekil’i kaçırmamak için gözünüzü kapatamıyorsunuz. Yaşanmışlıkları görüyorsunuz o bulutlarda, isteyen ise geleceği, bir başka isteyen ise sevdayı, bir çocuk ise çok sevdiği oyuncağı. O bulutlar sizi götürür beyninizin gerilerine attığınız düşüncelere. Ve ansızın görürsünüz unuttuğunuzu sandığınız o objeyi. Ben mi o da bende saklı.
Lodos sizi arındırdıktan sonra, rengârenk kelebeklerin saati. Size yeni renkler aşılar gibi dört bir tarafınızda dolaşıyorlar. Lale bahçesinde miyim ben diyorsunuz, güllerin arasına mı daldım, ne bu renk cümbüşü diye gözleriniz kelebeklerde, kokusu ise beyninizde. Havanın kararmasını istemiyorsunuz.
Lakin vakit geldi; güneşin batışının orman üzerinde yeşili sarıya döndürmesini ve bunun yavaş yavaş oluşmasını sizinde görmenizi isterdim. Bir taraftan bunu izlerken diğer taraftan Denize, günün son aydınlığının yansıması, kızıl müthiş kızıl. Hangi yöne bakacağımı şaşırdım, size nasıl tarif edeyim, hangi güzelliği yazayım. Ağacın tepesi sarı iken gövdesinin yeşil, köklerinin ise siyah olduğunu mu? Yoksa minik dalgaların oluşturduğu bu güne kadar şahit olmadığınız renkleri mi? Ve gün bitti.
Bir gün buraya tahtadan, küçük iki odalı bir kulübe yaparsam sizi de beklerim. Verandasında denizi izlerken, bir bardak çayınız daima hazır. Selvi ağaçlarının arasında küçücük bir kulübe görürseniz, çevrede özgürce dolaşan hayvanlar giriş kapısını gösterirler. Biz ordayız, bekleriz……
#