Hacı Atıf Kimdir? (5)
Biz tarihçi değiliz. Tarih disiplininden, metodolojisinden uzağız. Hacı Atıf üzerine yazdıklarımız tarihi bir vesika oluşturmaz. Taraklı’daki kıraathanelerde otururken kendiliğinden açılan muhabbetlere kulak kesilmemiz. Biraz da debeştirmemiz sonucunda mevcut bilgilere ulaştık. Kaydettik söylenenleri. O kadar.
Taraklı, Anadolu’nun birçok yeri gibi Birinci Cihan Harbi’nde ve akabinde yaşanan İstiklal Harbi’nde birçok evladını cepheye göndermiştir. Bugün kahramanlık denilen şeyler, o günlerde herhangi bir vakit namazının edası gibi farzı yerine getirme şuuruyla yapılan amellerdi. Cümlesine Allah rahmet eylesin…
Harp bitmiştir. Fakat kurulan yeni devlet, ülkenin köklü mazisine dair, onu hatırlatacak ne varsa acımasız bir tasfiyeye girişmiştir. Din, dil, tarih… Yani kökle kurulacak pek kuvvetli bağı oluşturan en temel sacayakları çatır çatır kırılmıştır. Bir millet ya onlarla anılır ya da onlarsız olarak tarih denilen yığına gömülüvermez midir?
Hacı Atıf, savaş süreci içerisinde elinden geleni yapmıştır. Sonrasında kurulan yeni devlette de ticari faaliyetlerine devam etmiştir. Bazı devlet işletmelerinde hisseler edinmiş (demir yolları mesela) Taraklı’yı aşan geniş ticari çevrelerle ilişkisini hep diri tutmuştur.
Fakat ticaret, Hacı Atıf’ın hayatında her şey değildir tabii. Tekkelerin kapısına devlet kilidi vurulduğunda, Erbilli Esad Efendi, Erenköy’deki evinde inzivaya çekilmiş, sokağa bile hiç çıkmamıştır. (Buna pasif direniş de denebilir). Hacı Atıf, Şeyh’in bu inziva devresinde dahi Esad Efendi’yle olan irtibatını koparmamıştır. Ticaret, tasavvuf makamından bir türlü koparamamıştır Hacı Atıf’ı.
Dikkatler Erbilli Esad Efendi’nin üzerinden eksilmediğinden Hacı Atıf birkaç kez uyarılmıştır. Erbilli’nin evi sürekli polis tarafından murakabe altındadır. Erenköy’e sohbete gelmemesinin Hacı Atıf için daha iyi olacağı sohbet esnasında birçok kez tekrarlanmasına rağmen, Hacı Atıf, eli kolu bağlı doksan yaşındaki bir Şeyh ile böyle sürekli görüşmesinin, sonradan neleri doğuracağını hesap edip etmediğini bilemiyoruz.
Gerçi Ulucanlar’a neden Ulucanlar denildiği, orada asılan Ulucanlar’ın ululuğu ve kanundan önce yazdığı kitabın, şapka kanununa muhalefet ettiği gerekçe gösterilip idam edilen merhum İskilipli Atıf Hoca’nın idamı hatırlandığında belki olacakları Hacı Atıf da Erbilli’nin oğlu Ali gibi tahmin etmekteydi.
O günlerde Esad Efendinin oğlu, Ali Efendi, babasına yalvarmaktadır:
— Babacığım! Ben havayı beğenmiyorum! Etrafımızda uğursuz gölgeler dolaşıyor! Evimiz ve sokağımız devamlı tarassut altında... Bir tedbir alalım! Meselâ, köşkteki kalabalığı dağıtalım, onları memleketlerine gönderelim! Biz de göz önünden silinelim!
Şeyh Esad Efendi, mahzun ve mütebessim diyor ki:
— Allahın takdiri neyse o olacaktır! Bana öyle geliyor ki, ok yaydan çıkmış ve hakkımızda karar alınmıştır! Yâni tedbir zamanı geçmiştir!
Evet, Hacı Atıf da okun yaydan çıktığını düşünüyordu belki.
Tarihler 23 Aralık 1930’u gösteriyordu. Menemen Olayı patladı. Ne olmuştu Menemen’de?
Resmi tarihe göre, Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ile Hasan ve Şevki adlarını taşıyan bekçiler, mürteciler tarafından şehit edilirler. Kubilay’ın başı kör testere ile kesilir. Yeşil bayrağın tepesine bağlanarak sokaklarda dolaştırılır kesik başı Kubilay’ın. Menemen’de Nakşibendî, Derviş Mehmet, mehdi olduğunu ileri sürerek ortaya çıkmış. Duruma karşı çıkan Kubilay’da katledilmiş.
Bu olayın aynen resmi tarihte anlatıldığı gibi olduğunu kabul etsek, yine de Menemen olayının ardından yapılan tutuklamaları, adil olmayan yargılamaları, sindirme siyasetlerini ve haksız infazları (28 kişi asılmıştır) ne kadar kabul edilebilir kılar bize?
Mete Tunçay’ın analiziyle:
"Şimdi Menemen Olayı’nı CHP falan uydurmadı ve gerçekten oldu. Ancak iktidar, meydana gelen bu olayın önemini abartarak -bire bin katarak- genel bir temizlik için kullanacağı mazeret haline getirdi. Mesela Derviş Mehmet’in, Teğmen Kubilay’ın başını kestikten sonra avuç avuç onun kanını içtiği söylenir. Bu tamamen belli ki köpürtme, uydurma bir durumdur. Böyle bir şeyin olduğunu düşünmüyorum. Daha sonra Menemen’de birkaç cahil adamın ‘şeriat’ adına kalkışması, çok daha genel bir tasfiyenin bahanesi olarak kullanılmıştır. İşte İstanbul’da Erenköy’de köşkünde oturan Nakşibendî tarikatı şeyhi Esat Efendi, polis karakoluna götürülmüştür ve adam orada ölmüştür. Bu durumun doğrudan doğruya Menemen’de meydana gelen olayla ve kişilerle alakasının olduğunu düşünmek için bir sebep yok."
Doksan küsur yaşındaki Şeyh Esad’ın idamına hukuken imkân olmadığı için zehirli iğne ile öldürüldüğü şüphesi de yaygındır. Şeyh'in oğlu Ali ise asılmıştır.
İşte bu dönemde, diğerleri gibi Hacı Atıf da memleketi Taraklı’dan alınıp apar topar Menemen’e götürülür. Altı ay (bir buçuk sene olduğu da söylenir) Menemen’de bir hücrede yatmıştır.
Hacı Atıf neden idam edilmemiştir? Mahkeme, yargılananların bir kısmının, yaptıkları şeyin cezası olarak idam edilmelerini uygun görmüş de Hacı Atıf’ın masum olduğuna mı kanaat getirmiştir?
Bunun cevabı bulmak için, bir dahaki yazımız, yeniden Hacı Atıf’ın İstanbul ve İstiklal Harbi’ndeki bağlantılarına dönmemizi gerektirecek…