Sinek Vızıltısı: Aşk Fısıltısı
“Sığınırım kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla”
Hazır bahar da gelmişken, mevsim aşka ermişken, vuslatın coşkusuyla kalem kıyâm etsin hemen!
Fikrin mücerretliği müşahhas ellerle okşandığında kalemin kıyâmı gerçekleşir. Soyut olan düşünceler iki dudağın somutluğuyla öpüştüğünde de yeni yeni fikirler, başka başka akılların rahmine kelâmla düşer. Ve fikre gebe kalan akıl, somut kıyâmlar doğurur sancılı olsa da. Müşahhas ayaklanışlar metnin sonunda.
Şu aşk mevsiminde, kavuştuğumuz baharla birlikte, başımızda dolanan bunca sinek de ne? Yazılanlar yine sinek vızıltısı gibi gelecek her inatçı nanköre, basiretsiz körlere…
Ve her aşk mevsiminde, bilmem hem de kaç kere, çöpçatanlık yapan bunca sinekle buluşturulmuşken insan aklı, sineğin getirdiği mânâ ile döllenemez de düşünsel bir kısırlık içerisinde kalır. Tefekkür yoksunluğu, bahardaki yeniden doğuşu ve dirilişi görmemize engel olur. Ve o büyük haşri, yani yeniden dirilişi ya da mahşeri inkâr etmek de peşi sıra gelir. Gönül gözünün körlüğü yüzünden tahrik olamayan kalp ise, îman aşkına gebe kalamaz da aşkı doğuramaz böylece.
“Kâinat aşk ile yaratıldı” oysa. Ve bütün yaratılanlar aşk ile yaratılıyor hâlâ… “Her şeyden çift çift yaratan…” “erkeği ve dişiyi iki eş yapan O’dur.” Ve bütün zıtlar arasındaki aşkı var eden de O’dur.
Yerin göğe ya da semânın arza olan aşkı, yağmura kendi aşkına kavuşma ücretini öder de; onu, yerle gök arasında aşk ulağı eder. Toprağın cazibesine kapılan yağmur, toprağın çekim kuvvetine yenilerek semâya arzdan ya da yerden göğe haberler verir. Rüzgâr ise her bir yağmur damlasını kendi toprağının rahmine düşürürken, başçığında sevda yeli esen erkek bitkinin polenlerini çeken dişi bitkiyi vuslatına erdirir. Vuslat aşkı bitirse de bu kavuşma yepyeni filizler verir ve özlenen kıyâm böylece gerçekleşir. Ve bir haşru neşir…
“Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık…” (HİCR/22)
Bu sulama sadece maddi varlığımız için değildir belki de. Elçisi Süleyman(as)’ın emrine rüzgârı veren Allah, bu rüzgârla kalpleri îmanla yeşertmek istemiştir de; rüzgârı, îman aşılayıcısı olarak emre boyun eğdirmiştir.
“Allah'ın varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar, kabarır. Şüphesiz ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü hakkıyla yetendir.” (FUSSİLET/39)
Çiçeğin güzel kokmasına sebep aşk değil de nedir? Etrafında zehirli bir sineği pervane eden çiçek, güzel kokmazsa eğer sineği cezbedemez. Çiçeğin cezbettiği aslında sinek de değildir; üzerine çektiği, çöpçatan bir sineğin getireceği polenlerdir. Eşinden özlediği bir parçaya sağladığı çekim kuvvetiyle kavuşan dişi çiçek, yakında küçük bir kıyâmete yataklık edecektir: yeni bir dirilişle çekirdeğindeki potansiyel filizler kıyâm edecektir.
Sinek sadece çiçeği dölleyen aşk ulağı da değildir; o aslında insan aklını, yeniden diriliş fikrine gebe bırakmaya yeltenir. Lakin -nasıl ki bir ölçü gereği- çoğu çekirdek, -Âdil isminin tecellisiyle- çatlayıp da doğuramaz ise filizini, kendi izini; çoğu akıl da, -başta da dediğimiz gibi- mahşer fikrine gebe kalamaz: fikrî bir kısırlık içerisine düşer. Bunu düşünmeye o aklın istidâdı yoktur çünkü. Zira aklın fikre âşık olması gerekir; düşünceyi cezbedemeyen akıl, aşkına kavuşmayı da hak etmemiştir. Ya da akıl hangi fikre âşıksa onu kendine çekmiştir. Meselâ bu anlatılan her şey ona sinek vızıltısı gelmiştir.
“Muhakkak ki Allah bir sivrisineği, hatta onun üstünde olanı da misal vermekten çekinmez. İman edenler, onun Rab'lerinden bir hak olduğunu bilirler. Kâfirler ise: “Allah, bu misalle ne demek istedi?” derler. Allah onunla birçoğunu azdırıp şaşırtır, birçoğunu da onunla doğru yola erdirir. Onunla ancak fâsıkları saptırır.” (BAKARA/26)
…
“Kâinatın mayası aşktır.” Erkekle kadının arasındaki aşkın kaynağı da Allah’tır.
“Ve O'nun âyetlerinden olarak sizin için nefislerinizden eşler yaratmıştır ki, onunla teskin olasınız. Ve aranıza sevgi ve merhamet koymuştur. Muhakkak ki bunda, düşünen bir topluluk için mutlaka deliller vardır.” (RUM/21)
Allah, kadını erkekten yaratmıştır. Kadının yaratılmasıyla erkekte oluşan boşluğun yerini kaplayan da aşktır. Erkeğin kadına cezbolmasındaki sebep odur ki: kendinden olana kavuşma isteği… Ve kendi yurduna kavuşma arzusundandır, kadının erkeğin çekim kuvvetine yenilme sebebi…
İşte tüm bu nedenler, -her zıtta olduğu gibi- aradaki cazibe kanununun etkisiyle, özellikle gençlikte, onları birbirlerinin etrafında pervane etmiştir. Gençlik, insanın bahar mevsimidir. Ve öyle bir gün gelmiştir de her ikisi de vuslatına ermiştir. Nitekim kavuşmanın gerçekleşip kadının ve erkeğin birleşmesiyle “uyarılan” vücutlar “kıyâm” etmiştir! Aşkı, kavuşmanın aracısı kılan erkeğin ve kadının aşkı artık bitmiştir. Fakat bu bitişle, -milyonlarca potansiyel hayat arasından sadece bir tane de olsa- yeni bir hayat, topraktan yaratılan bir annenin rahmine düşecektir.
“Allah, sizi bir tek nefisten yaratan ve teskin olsun diye eşini de ondan var edendir. (Erkek) eşini kucaklayıp sarılınca, eşi hafif bir yük yüklenir (hâmile kalır) ve onu taşır. Yükü ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a, “Eğer bize sâlih olan bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız” diye dua ederler.” (ARAF/189)
Toprağın her zerresini bünyesinde toplayan bu yeni hayat, annesinin kendisine olan aşkını, özellikle kıyâm edip ayaklanacağı güne kadar en yoğun hâliyle görecektir. Çünkü o, annesindendir. Anne bu yüzden onun etrafında pervanedir. Kıyâm gerçekleşene kadar çocuk rızkı cezbedecektir; rızkı ona ummadığı yerden, anne göğsünden verilecektir. Kezâ baba da çocuktaki cazibeye kapılacaktır. Zirâ çocuk, her ne kadar onlardan da olsa, onların zıttıdır: çocuk onlara göre âcizdir ve çocuğa aşk ile merhamet edilecektir.
Tüm hayatlılar da rızkın etrafında pervanedir; rızık onları kendine çekmektedir. Hâlin böyle olması yanında, rızık da hayat sahiplerinin aşkına, aç olanın ayağına serilmektedir.
Ve bir de ciğer nefese âşık olmasa, onu kendine çeker mi? Ya da nefes ciğere cezbolmasa, ona kavuşmaya gider mi? Yunus’un: “her dem yeniden doğarız” demesi gibi, alınan her nefesle kıyâm eden göğsümüz, doğurup doğurup emzirir bizi.
Aşk içinde aşk vardır kâinatta: ciğerle nefes arasındaki aşkın bitmesini beklemektedir toprak da; büyük bir aşkla… Zaten yaşamı boyunca yer çekimine boyun eğmek zorunda kalmıştır insan. Farkında olmasa da toprağın cazibesine odur kapılan. Odur beyaz gelinlikle toprak altına yatan. Ve toprak beklemektedir artık büyük bir kıyâm…
…
"Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen " (Şeyh Galip)
Yani: "Kendine hoşça bak ki âlemin özüsün sen / Kâinatın gözbebeği olan insansın sen."
Ve insanın bedeninde bile bunca kıyâmet kopuyorken, insan kâinatın kıyâmetini niye görmezden gelir ki hemen?
En küçük zerrelerin birbirleri etrafında dönmesinden, gezegenlerin birbirlerini cezbedip birbirlerine pervane olmasına kadar kâinatta her yeri aşk kaplamıştır. Ay dünyaya, dünya güneşe ve diğer hepsi birbirlerine cezbolmak üzere gezegenler arasında şiddetli bir aşk vardır. Vakti geldiğinde de gezegenler arasındaki bu çekim kanunu son bulacaktır: Kıyâmet kopacaktır. Başka bir zamana kavuşan zaman ise yeni bir hayata gebe kalacaktır, doğuracaktır. Ve birbirine âşık olup birbiri etrafında dönen her şey sonunda O’na döndürülecektir. Zira her şey O’ndan olsa da -sıfatları noktasında farazi- O’nun zıttıdır (ki O'nun zâtının hakiki zıttı da yoktur.) Temtek olan, eşi benzeri olmayan, doğmayan, doğurmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan; her şeyin kendisine muhtaç olduğu yegâne yaratıcı O’dur. O, bütün yaratılmışların, bütün çiftlerin -itibari ölçüler açısından- zıttıdır. Bu sebepten her şey O'na âşıktır.
Ve hani ‘Allah bir sineği bile misal vermekten çekinmez’ ya: Sinek de ışığın âşığıdır. Ne var ki nerde nur görse onun câzibesine kapılır. Ve yine ne var ki ateşin yaydığı da câzibedar bir ışıktır. Nârın nuruna kapılan bir sinek, ateşin kucağına düştüğünde helâk olacaktır. Fakat ateşe değmeyen bir ışıksa kapıldığı, sinek ateşten korunacaktır.
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru, içinde misbah (lâmba) bulunan kandil gibidir. Misbah, fânus içindedir. Fânus (cam), inci gibi (parlayan) yıldız gibidir. Doğuda ve batıda bulunmayan mübarek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı, ona ateş değmese de kendi kendine ışık verir. Nur üzerine nurdur. Allah dilediğini nuruna iletir. Ve Allah, insanlara misaller verir. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.” (NUR/35)
İşte insan için de bütün haramların câzibesi ateş gibidir. Helâle cezbolmak ise ateşi olmayan ve yakmayan bir nura kavuşmak gibidir. Bu nur da insanı vuslatına erdirir. Eğer insan Sübhan olan Allah’ın sınırlarını gözetmeyip “kendi hevâ ve heveslerini kendisine İlah edinir” ise, -sıfatları açısından- kendisinin Allah’ın zıttı olmadığını, kendisinin de Rab olduğunu iddia etmiş olur. Allah’la arasındaki aşk kaybolur ve bu da onun felâketi olur.
Çekirdeğin, insanın ve kainatın kıyâmetine dönecek olursak, bunların arasında hiçbir fark yoktur:
“Kıyâmetin ne vakit kopacağına dâir bilgi Allah'a âittir ve onun hükmü ve bilgisi olmadan meyveler kabuklarından çıkamaz ve hiçbir kadın gebe kalamaz ve çocuğunu doğuramaz…” (FUSSİLET/41)
Yüzlerce çekirdekten sadece çatlamaya kâbiliyeti olan tohumların kıyâm edip filizlenmesinde.. milyonlarca sperm arasından rahme ulaşan ve insan olma istidâdına sahip olan tek bir spermin hayat bulmasında.. ve milyarlarca insandan “yalnızca pek azının” cennete girmeye hak kazanıp yeni bir hayat bulacak olmasında bir fark yoktur.
"Şimdi (Rahimlere) dökmekte olduğunuz spermleri gördünüz mü? (Bunun üzerinde hiç düşündünüz mü?)" (VÂKIA/58)
O taze hayata kavuşamayan istidatsız tohum ve spermlerin helâk olması gibi, istidatsız insanların da çoğu cehennemde yok olacaklardır(!) Ya da onlar yok olmak isteyeceklerdir de onlara şöyle denilecektir:
“Bugün bir kere yok olmayı istemeyin; birçok kere yok olmayı isteyin!” (FURKAN/14)
Hülâsa, büyük mütefekkir Bediüzzaman da: “İnsan, kâinat ağacının meyvesidir / İnsan kâinatın hülâsasıdır” diyerek; çekirdek, insan ve kâinat arasındaki birliği (Tevhidi) tek bir cümlede cem etmiştir.
“Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kuran’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun…” (FUSSİLET/53)
Belliyse, kıyâmet gelmeden kıyâm etmeli ve yerle bir olmadan secde etmeli. Rahmân-ı Rahîm'e gönül vermeli.
Bir de zaman, başka bir zamanı doğurmak için hızla boşalırken.. ve "sar-kaç" kendi sonu için gidip gelirken ileri ve geri.. bu ileri geri konuşmalarımın hatrına, umarım doğurabiliriz mahşer fikrini...
Öyle gitmeli.