Hayırlı Bir Tavsiye
Kuran’daki “ kalp” kelimesi, ahlaki bağlamda insanın “akıl, sezgi, duygu ve arzu” boyutlarının bütününü ifade eder. Bu bütünlük de “ hidayet- dalalet, iman-inkar, adalet-zulüm, günah ve sevap” gibi sayısız kavram çiftleriyle aktüelleşir. Şairin, “ Oluklar çift, birinden nur akar diğerinden kir” dizesi ise bu gerçeği dile getirir.
Aslında “anlayanlar” ile “bildiğini iddia edenler” aynı değildir. Alimler ve filozoflar, bilenlerdir. Anlama ise herkesin kârıdır. Ancak anlamanın iki şartı vardır. Bunlardan ilki, mütevazı olup dinlemek; ikincisi de kendine dönüp düşünmektir. Dini anlamda hidayete erememek de daha ziyade bilmeyle değil, anlamayla ilgili bir sorundur.
Kuran; itikadi, iktisadi, sosyal ve siyasi bir çatışmanın Allah tarafından yönlendirilmesi ve yer yer yönetilmesi sürecinde, yani 610-632 yılları arasında nazil olan hitaplar toplamı olduğundan o, ahlaki ve edebi tansiyonu son derece yüksek bir kelamdır. Bu yüzden onu doğru anlamak, fikri ve ilmi bir titizlikle ahlaki bir duyarlılığı ve sorumluluğu gerekli kılmaktadır. Zira lafza ve manaya saygısı olmayanın, maneviyatı da yok demektir. Öte yandan bütün ahlaki erdemler, iyiliğin insani ve İslami ölçülere göre form kazanmasıyla elde edilir. Bunun için iman sorumluluğu, Allah’ın ikramına karşı kulun şükranını, cennet de insanın İslam’a bağlılığına karşılık olarak Allah’ın ona ihsanını ifade eder.
Kuran, emsalsiz özelliklere ve güzellikler sahip bir kitaptır. Bu sözler, din aşkından ve vicdan coşkusundan kaynaklanan heyecanlı ve iddialı sözler olarak görülebilir. Ama kilitli kalpler açılıp sönük lambalar yakılırsa daha önce hiç bilinmeyen bir nur, kalbin derinliklerinde parlar; aşkın ufuktan gelen ilahi kelam kulağa ulaştığında ise bütün benliği kuşatıverir. İşte o zaman vücudun tüyleri diken diken olur, deri ürperir, kalp titrer, sakin duran her şey birden hareketlenir. Gözyaşları, manevi körlüğün derinliklerine sel gibi akıp bütün kirleri yıkar ve kalp hücrelerini sular. Böylece manen ölen benlikler, yeniden hayat bulur. İşte o an insan, daha önce hissetmediği, bilmediği ve algılayamadığı şeyleri bilip anlayıverir; ham hayaller de has hakikat haline geliverir.
Burada söylenenler, karanlık gecede yürümeye çalışan bir yolcuya tökezlememesi için tutulan birkaç ışık sızıntısından ibarettir. Ama insanın salimen Allah’a kavuşması için, her şeyi aydınlatan kuran nuruna daima ihtiyacı vardır. Nitekim Hz. Peygamber’in, sahabisi Ebu Zerr’e yaptığı şu hayırlı tavsiye, değinilen ihtiyacı açıkça dile getirmektedir: “ Ey Ebâ Zerr! Gemini sağlam yap, deniz derindir. Yükünü hafif tut, sarp geçit çetindir. Azığını çoğalt, yolculuk uzundur. İşini doğru ve ihlaslı yap, Murakıp gözetlemektedir.
” Sonuç olarak hidayet, her daim Allah’ın yol göstermesiyle, kulun da o yola girmek istemesiyle bulunabilecek bir hakikattir. Bunun için insana düşen görev, inattan, istiğnadan, kibirden ve duyarsızlıktan vaz geçip Allah’ın yardımını celp edecek bir niyeti ve gayreti ortaya koymaktır. İşte o zaman insan, yolculuğunu salimen tamamlayıp hedefine ulaşacak ve sonunda “cennet ashabı” olacaktır.
#