Hakikat Ve Gerçek
Fahrettin YILDIZ
Yayın:
Güncelleme:
Ne var ki, özellikle son dört yüzyıldır “gerçek” hakkındaki bilgimiz arttıkça/ bilim ilerledikçe hakikatlerimizi bir hayli kaybettik. Deney ve gözleme dayanan analitik düşünme, “ bu nedir, nasıl oluyor?” gibi sorularla varlığı parçalara ayırarak “gerçeğe” varmaya çalışıyor. Gerçeklik hastalığına tutulduk tutulalı, hakikati unuttuk. Oysa hakikat varlığın derinliklerinde değil, üstünde, görünürde, sentezde, bütünde ve “niçin?” sorusunun cevabında yatmaktadır.
İnsan bilincini en büyük körlüğü, çoğunlukla olanı, olması gereken hakikat sanmasıdır. Bu yüzden tıpkı “renk körü” gibi “değer körü” olan insanlar da vardır. Mesela, “dünya mı yalan insan mı?” sorusuna pek çok kimse “dünyanın yalan olduğu” karşılığını verir. Oysa dünya yalan değildir; çünkü milyarlarca yıldan beri varlığını sürdürmektedir. Yalan ve araz olan, insandır. Zira o, mevsimlik bitkiler gibi büyüyüp meyve veriyor; ardından da solup gidiyor. Bu gün var, yarın yok! Öyleyse gerçek dünya, her zaman içinde bulunduğumuz yerdir. Gerisi zihinde bir varlık ve gölgedir.
Sonuç olarak gerçek, olup biten, zuhur eden, ortada olan kâinattır. Hakikat ise, ortada olamayan, görünmeyen olup bitenin anlamı ve niçinidir. Birincisi, yani gerçek, bilimin; ikincisi olan hakikat da dinin konusudur. İnsanlık tekrar hakikate talip olursa onu bulacak; bulduğunda da varlığın anlamının “ayet ve inayet”, kaynağının “tevhit”, insan var oluş gayesinin “imtihan”, sonunun ise “meâd/ Allah’a dönüş” olduğunu açıkça görecektir. Bu da insanın kendisini “değer körlüğü”nden kurtarmasıyla mümkün olacaktır. Bunun dışındakiler ise bir kîl-û kâl dir.
#