Öğretmene Söz Düşecek mi?
Meslek hayatım süresince muasır medeniyet arzusunu içimde taşıyarak, bir türlü ulaşamamanın sancısını da duyarak, yamalı bohçaya döndürülmüş, gelecek vaat ettiği iddia edilen müfredatlar doğrultusunda eğitim ve öğretim sistemimiz sürdürülmeye çalışılmıştır. Onlar yazdı biz uyguladık. Olmadı dediler değiştirdiler. Yılmadık. Ancak bizlerin fikri alınmadan, almış gibi görünseler de pek hesaba katmadan “Eğitim Öğretim” in doğru bir yola gireceği kanaatinde değilim. Kendileri yaptılar kendileri bozdular. Yıllar hep böyle geçti. Çağı yakalayalım derken çağdan her geçen gün uzaklaştık. Hatanın nereden kaynaklandığını tespit edemedik. Bol bol seminerler düzenledik. Dün doğru dediğimizi bu gün yanlış dedik. Eğer hastalığın teşhisi doğru yapılamaz ise hastayı kaybedersiniz. İlaç yazılmadan önce teşhisi doğru koyarsanız tedavinin sonucuna yakın zamanda ulaşırsınız. Teşhisi koyacak olanlarda bu işin mutfağından yetişenler olması lazım. Hayatı boyunca öğretmenliği başaramamış, hatta çocuklardan uzaklaşmak için her yolu denemiş kişiler bu işe çözüm üretemezler. Çözüm üretemedikleri gibi geleceğimizi de yön vermeleri beklenemez. En kolay iş laf ebeliğidir...
Suçlu kim? Öğretmen mi? Müfredat mı? Çocuklarımız mı? Öğretmen ne yapsın ki, Eline metre verirseniz metreyle ölçer. Cetvel verirseniz onunla ölçer. Arşın verirseniz arşınla ölçer. Verilen makasla keser, biçer. Bu güne kadar yapılanlar bir türlü dikiş tutmadı nedense. Tutacağa da benzemiyor. Aynı hükümetler döneminde bile bakanlarımızın değişmesiyle müfredatlar üzerinde değişimler yapıldı. Gelen gidenin durumunu beğenmeyip yeni sistemler ortaya koyduklarını hepimiz biliyoruz. Denendi yine olmadı. Çok iyi dedikleri denemelerin işe yaramadığını uygulama sonucunu önce veliler gördü, sonrada uygulayanlar. Ve yeni arayışlar başladı. Merkezden taşraya uygulamaya çalışılan yeni dedikleri değişimler için seminerler verildi. Her yeni denilen ve birkaç yıl içinde devrilen müfredatların bir türlü ‘has’ına yaklaşamadık. Zararı görenler tabiî ki öğrencilerimizdi. Bu zararları karşılayabilecek, hataların hesabını verebilecek kimseler yoktu ortada. Hep umut içinde yaşatılarak dünyadaki gelişimlerin karşısında şaşkına dönmüş “Koş Ali koş” diyerek hedefimizin belli olmadığı yollarda tüm eğitim camiası koşturuldu. Veliler umut içinde bekledi. Hedef muasır medeniyet anacak elde pusula olmadan, yön tayin edilmeden yelken açıp kapamak belkide aynı dairenin içinde dolaşmaktan başka bir şey değildi.
Ben buradan bir hatırlatma yapmak istiyorum. Eğitimcilerin masa başındaki uzmanlarıyla bu işler çözülemeyecektir. Savaş cephede kazanılır, cephede kaybedilir. Cephede mücadele veren Eğitimciler bu işe el atmadıkça bu işin sonu hiç değişmeyecektir. Sadece zaman tüketilip bir yanlıştan başka bir yanlışa gidilerek zaman israfıyla birlikte gelecek neslimizi çağa mahkûm bırakmaktan başka bir iş yapmış olmayacağız.
Sonuç, dünya devletlerine üretenler ve tüketenler olarak baktığımızda kimler üretiyor, kimler tüketiyor. Kimler patron, kimler işçi olarak değerlendirdiğimizde düşüncelerimizde biraz değişiklik olur kanısındayım. Üretenler bu gücü nerden alıyorlar ise o metotlar ve sistemler incelenmelidir. Bunun aksi sadece yatırımları gereksiz yapmış olur ve geleceğimizi oyalamış oluruz. Bu işler övünmekle dövünmekle de olmaz. Dört artı dört olsun, kesintili olsun ya da olmasın değil asıl konu. Yapılan işlerin içi dolsun yeter. Dünyanın her yerinde okul var. Öğrenci var müfredat var. Başka bir şey yok. Zamanın sorunlarına cevap verebilecek müfredatı kim daha iyi hazırlayabiliyor ve uygulamaya koyabiliyor ise, işte yol alanlar onlardır. Yolda kalanlar ise tartışmalarla ömürlerini sonlanladırlar.
Hele birde seminer furyası almış başını gidiyor ise, vah bizim halimize…