Çöp Kamyonu Erken Gelirse Ne Olur?
Çöp kamyonun bu sokağa, yirmi dört saatte bir kez gelmesi yeterlidir. Hatta fazladır. Çünkü 'büyük şeh(i)r'imizde, çöp kutularının tahliyesi için, çeşit çeşit insanlar, karınca gibi çalışarak: kâğıt-karton, hurda, plastik, yiyecek-giyecek... her nevi maddenin değerlendirilmesine canhıraş bir azimle hizmet etmektedir.
Herkes, farklı bir branşta çalışıyor. Şube şube, kol kol ayrılmış bu insanlar, birbirlerinin sınırlarını hiçbir zaman çiğnemiyorlar. Fecirden, gurûba kadar ve hatta gece geç saatlere kadar; hummalı, ciddi bir çalışma... Bu durum, çevrede toplanacak herhangi bir atık dahi bırakmayıp sanki sihirbazın şapkasındaki tavşan gibi çöp kutularında ne varsa, bir hokus pokusla yok ediyor.
Çöp kamyonu, tabii ki işini aksatmadan yapmalı, buna itirazımız olamaz; ancak geliş saatlerini bir düzene oturtmalı ki diğer arkadaşlara zulüm yapılmış olmasın.
Dün akşam, dükkanın önündeki çöp kutusunun hemen yanında, demir boruların birbirine kaynatılmasıyla tutma yerleri uzatılmış, üzerine harar bırakılmış, küçük tekerlekli, iki el arabası duruyordu. Çöpümü atarken, kaldırım taşlarına çökmüş iki çocuğu fark ettim.
Fatih ve Veysel...
İkisi de esmer, karayağız, on beş yaşındalar. Gerçi yüzlerindeki pas tabakasının kazınması, tenlerinin nasıl olduğu bahsinde, bizi yanıltabilir. Fatih; kara, kıvırcık bir kafa. Veysel'in saçları düz siyah. Bıyıkları yeni terlemiş dahi diyemeyeceğim bu çocukların.
Fatih, sekizi bitirmiş; Veysel, yediden sonra devam edememiş okula. Sanayideki bir depoda yatıp kalkıyorlar, Siverekliler. Veysel'i işaret ederek, uzaktan akrabayız diyor Fatih. Kilo işi, plastik topluyorlar. Ayda yedi yüz lira kazanıp iki yüzünü kumanyaya veriyorlarmış, kalanını ise Siverek'e...
İkisi de üzgün, çaresiz bir çehreyle dalgalı alınları. Mola mı verdiniz, diyorum. Gülümsüyor Fatih. Gözlerini kısıyor. Meğer belediyenin çöp kamyonu, bu akşam erken sefere çıkmış. Bize bir şey bırakmadı diyor Veysel; eldivenleri önünde duruyor, elleri boynunda asılı. Durumu, birkaç kelimeyle ifade ediyor Fatih:
-Bugün az oldu abi!
Bütün bunlar yaşanırken şâhitli, biz akşamın gölgesinden sıyrılan üç kafaydık. Ben bir manifesto ile konuşmayı tamamlama düşüncesindeydim, ancak kelimeler; dişlerimin arasında dolanarak harflere birden bölünüverdi. Dudaklarımda, yeniden toparlayıp onları, hançeremden semâya uçurmaya ne kadar uğraştıysam, apartmanların keskin çizgilerine çarpan şaşkın kanatlar, boğuk bir âvaz olarak dağılıp beton zemine öylece düştüler:
"Muhtâc-ı zevk-ı Hâlık iken serbeser cihân
Mahlûktan niyaz mezellet değil midir?"*
değil midir?
değil
mi?
...