Ortalama Mümin Modeli
Kuran’ın öngördüğü bir hayatta, sekülarizme de fakirizme/çileciliğe de yer yoktur. İrfanî gelenekte de fakr, insanı nimetlerden değil, kalbi aşırı dünya tutkularından mahrum etmektir. Nitekim Cüneyd-i Bağdadi fakrı, “ senin hiçbir dünyalığa sahip olmaman değil, dünyalara sahip olsan da dünyalıkların sana sahip olmasına izin vermemendir” diye tarif etmiştir.
Servet, attır. Servet sahibi de süvaridir. Süvari atının sırtındaysa yol alır; atını sırtlanmaya kalkışırsa yolda kalır. Ayrıca Allah’a inanmayanların ve ahiret kaygısı taşımayanların dünyada iyi imkânlara sahip olmaları, onlara Allah katında ve öteki dünyada hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Bu durumda insanla servet arasındaki realist ve psikolojik bağlantıya dikkat edilmelidir. Çünkü kimse mal ve mülkten müstağni kalamaz; böyle düşünmek doğru da olmaz. Fakat mala mülke sahip olunca da pek çok insan onun şerrinden korunamaz. Zira servet fayda ve zarardan hali değildir.
Servetin faydası, insanın geçimini ve zaruri ihtiyaçlarını karşılaması, doğru sarf edildiğinde diğer insanların yararına ve kamuya ait hayır işlerinde kullanılması, böylece rıza-i ilahinin kazanılmasını sağlamasıdır. Zararları ise insanı isyana sevk etmesi; özellikle kötülük erbabının tutkularını tahrik edip onları sonu gelmez arzuların peşinde koşturmasıdır. Halbuki servetin tahrikiyle arzularının peşinde koşan helak olur. Servetin bir zararı da insana Allah’ı unutturmasıdır. Zira servet sahibi, servetin korunması ile meşgul olurken Allah’ı unutur.
Kuran’ın eleştirdiği “dünya hayatı”, özellikle Müşrik Arapların, genellikle de bütün inkarcıların ahiret hayatına ve hesabına inanmaksızın yaşadıkları hayattır. Bunun için Kuran müminleri yeryüzünde faaliyette bulunmaktan ve oradaki nimetlerden yararlanmaktan men etmez; fakat onları dünya hayatının cazibesine kapılıp aldanmamaları için dikkatli ve duyarlı olmaya çağırır.
Demek ki Kuran’ın yetiştirmeye çalıştığı ortalama mümin tipi müspet olan şeyleri yapan, büyük günahlardan uzak duran, günah işlediği takdirde tövbe eden, küçük günahları Allah tarafından bağışlanan, dünyanın içinde ve ortasında, içgüdüleriyle arzuları canlı ve aktif fakat iman ve iradesiyle onlara sınır çizebilen ve Allah’ın koyduğu kurallara riayet eden bir insandır. Ne şeytanı gör ne de kulhuvallahı oku” anlayışı, denenme yerine sınavdan ve sorumluluktan kaçıp kolay yoldan cennete girme ve cemalullaha kavuşma arzusunun bir ifadesi olduğundan doğru değildir. Çünkü Kuran’ın ortaya koyduğu mümin modeli, Allah’ın pasif bir seyircisi değil, yeryüzünde Onun irade ve buyruğunun aktif bir temsilcisidir.
Sonuçta insanın yaşadığı hayat, bir denenme sürecidir. Bu süreçte günah da vardır tövbede. Çünkü denenme, günahsız ve tövbesiz bir hayat değildir. Böyle bir hayat, meleklerin hayatıdır. Kuran ise bizden bu denenme sürecinde ne melek ne de şeytan olmamızı istiyor. Aksine Allah’a gönülden inanıp itaat ve ibadet eden mümin bir insan olarak kalmamızı ve Onun rızasını kazanmamamızı talep ediyor.
#