Varlık Dili Ne Söylüyor?
Fahrettin YILDIZ
Yayın:
Güncelleme:
Kuran’da Allah, varlık ve oluşun tümünü sahiplendiğinden onun genelinde Allah merkezli bir dil kullanılır. Buna göre bütün varlığı sonsuz gücüyle yaratıp kudret elinde tutan Allah’tır. Onun yaratma fiili ve tüm varlıkla ilgisi devam etmektedir. Her ekolojik oluşum da yeni bir yaratma anlamına gelmektedir. Bu yüzden Allah, varlığın ve sürekliliğin kaynağı, alem/ evren ise yeniliğin alanıdır. İşte bundan dolayı Allah, varlıktaki düzene ve intizama dikkat çekerek uluhiyetinde hiçbir ortağı olmadığını bildirmiş, insanın da bu hakikati kavrayıp sadece Allah’ı Rabb kabul etmesi halinde mümin sayılabileceği mesajını vermiştir.
Kuran’a bakıldığında özellikle Mekki surelerde varlık, oluş ve tabiatla ilgili konular üzerinde sıkça durulduğu görülür. Bunun başlıca nedenlerinden biri, insanın “fikir, fizik ve moral kapasitesi”ni faaliyete geçirerek onun Allah’ı hakkıyla tanıyıp takdir etmesini sağlamaktır. Bu sebeple insan, tabiatta olup bitenlere dikkatle bakmalı, kendisini çevreleyen doğadan ve onun bitmek tükenmek bilmeyen faaliyetlerinden ibret ve ders almalıdır. Çünkü tabiatı ve aktivitelerini dikkatle gözlemleyen her insan, onun bir hakikat abidesi ve hidayet vesilesi olarak karşısında durduğunu görür; üzerine düşen görevleri eksiksiz yerine getirdiğine şahit olur; bu görevin tek hedefininse insana hizmet olduğunu anlar; çok çeşitli hizmet alan insanınsa Allah’a layık kul olması gerektiği sonucuna varır. Bu da doğru bilgi, canlı bilinç, sağlam ve tam iman anlamına gelir.
Mekki surelerde varlık ve oluşla ilgili konular üzerinde durulmasının bir sebebi de anılan dönemde Mekkelilerin ekseriyetinin “münkir ve müşrik” kimseler olmalarıydı. Bunun için onlar, Kuran mesajına karşı çıkıyorlar, Hz. Peygamber’den de yerden su fışkırtmak, dağları taşları altın yapmak, melekleri getirip karşılarına dikmek gibi maddi ve hissi mucizeler göstermesini istiyorlardı. Onlar kendilerine böyle bir mucize gösterilmesini iterken Kuran onlara her an karşılarında duran ve istediklerinden çok daha devamlı ve değerli olan bir mucizeyi göstermeye çalışıyordu. Bu mucize, düzenli yaratılışı ve mükemmel çalışmasıyla gözleri önüne serilmiş olan tabiattı. O, herkesin şahit olduğu sürekli mucizelerden biriydi. Zira Allah’tan başka hiçbir varlık, böylesine büyük, güzel, ihtişamlı ve istikrarlı bir yapı kurup onu çalıştıramazdı. Bunu gören göz de başka mucize talebinde bulunamazdı, bulunmamalıydı.
Şu halde Kuran, bu usul ve üslubuyla muarız ve muhaliflerine adeta, “ siz ne diye böyle geçici ve hissi mucize istiyorsunuz. İçinde yaşadığınız tabiat, çevrenizde her gün karşılaştığınız oluşlar ve olaylar, sizin istediğiniz mucizeden daha devamlı ve değerli değil mi?” diyerek onların asıl hedeflerinin üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğunu yüzlerine vuruyordu. Böylece tevhit esasına ve ilkesine dayanan İslam, asli şekliyle Mekkeli müşrik ve münkirlerin önüne konuluyor; bunun neticesinde de onların bütün sahte ilahları, batıl inançları ve hurafelere dayalı gelenekleri reddedilmiş olduğundan “tedavüldeki şirk dini” ortadan kalkmış oluyordu.
Sonuç olarak Mekke’nin münkir ve müşrik sakinleri ile Kuran arasındaki mücadele, başlangıçta kılıca ve silaha değil, gözle görülür bir netliğe, anlaşılabilir bir sadeliğe, şeffaflığa ve ikna ya dayanıyordu. Akla kılavuzluk etmek için serdedilen deliller de düşünceyi doyurup kalbi tatmin eden ilmilikte ve ulvilikteydi. Bunun için Kuran mesajının etkisi ve sesi, giderek her yerde hissedildi ve duyuldu; gönülleri fethedip çak sayıda insanı teslim aldı. Zulüm düzeninde mevki ve makam sahibi olanları ise rahatsız edip sarstı. Ancak var olma savaşı veren bir toplum, artık temel sorunlarına ve ihtiyaçlarına cevap verecek gerçek bir mucize arıyordu. İşte o mucize bütün insanlığa doğru ve mutlu olmanın yolunu gösterip reçetesini sunan Kuran’dı.
#