Mucizenin Hakikati Ve İlmi Değeri
Fahrettin YILDIZ
Yayın:
Güncelleme:
Mucize diye bilinen olay, noktası çoktan konulmuş mekanik bir işleyişin kanunlarına dışarıdan müdahale edip işleyişi tersine çevirmek değil, olmakta ve sürmekte olan bir yaratma sürecinin yeniden yaratılış pozisyonu almasıdır. Şu halde mucize, tabiat yasalarına aykırı olağan dışı olayların olması değil, doğa yasalarının bizzat kendisi ve yaratıldıkları hal üzere işlemesidir. İnsanlar bu olaylardan akıl erdirebildiklerine “ayet”, aslında normal olduğu halde akıl erdiremediklerine de aciz kaldıklarını ifade etmek üzere “mucize” demektedirler.
Tabiatta çeşitli kuvvetlerin ve kanunların, bunların da tesirlerinin ve hükümlerinin olduğu doğal ve doğrudur. Fakat Allah’ın kuvvet ve kudreti daha büyük olup iradesi de hiçbir kanunla sınırlı değildir. Yani ilahi kuvvet tabii kuvvete; ilahi irade de tabii yasalara galiptir. Aksi halde uluhiyette acziyet ve zafiyet, ilahi hikmette de körlük söz konusu olurdu. O zaman da intizam ve maslahata hizmet edecek kanun, en büyük fesadın hizmetçisi olup çıkardı. Bu sebeple mucize, aklen ve ilmen makul ve mümkündür. Semavi dinlerin hepsi de mucizelerin varlığını; Müslümanlar da caiz olduğunu kabul etmişlerdir. Şu halde mucize, aklen ve ilmen mümkün, dinen de caizdir.
Ancak bir olayın mucize sayılabilmesi için bir takım şartları taşımış olması gerekir. Bunlardan ilki, “müşahede edilebilen bir olay” olmasıdır. Duyuların biriyle müşahede edilememiş bir olay, ne kadar büyük ve olağan üstü olursa olsun mucize sayılamaz. Nitekim “İsra/gece yolculuğu” gibi son derece büyük bir olay, Kuran’da risaletin bir delili olarak zikredilmemiştir. Çünkü bu büyük olayı, hiç kimse gözüyle görmemiştir. Bu büyük hadise, nübüvvet öğretisiyle başlayan medeniyetin, çok kısa bir sürede çok büyük mesafeler kat edeceği mesajını vermiştir. İkincisi, “olağan dışı değil, olağan üstü, harikulade bir olay” olmalıdır. Mucize olayı tabii kanun ve kuvvetlere tabi olmasa da bu kanun ve kuvvetleri tamamen iptal etmez; daha kuvvetli bir tesirle onları bir süre tesirsiz hale getirir. Mesela insan bir taşı eliyle yukarı doğru fırlattığında o taş çekim kanununa rağmen bir süre yukarı doğru çıkıp sonra düşer. Bu durumda çekim kanunu tamamen iptal edilmiş olmayıp daha kuvvetli tesirlerin birine bir süreliğine mağlup olduğu için bir süre işlevini sürdüremez. Üçüncüsü, “tabiat kanunlarına aykırı olmamalıdır.” Mesela ateş yakar. Yakıcı ateşte de insanın vücudu yanar. Bunun için Hz. İbrahim ateşe atıldığında Allah ateşe “serin ol” demiş; yani ateşin yakıcı özelliğini etkisiz kılan bir tesirle onu serin yapmış; Hz. İbrahim de serin ateşte sağ salim kalabilmiştir. Dördüncüsü de “ yalnız Allah’ın irade ve kudretiyle oluşup nübüvvet delili olması ve onda güzel bir maksadın bulunmasıdır.” Mesela inkarcıların ağzını birazcık da olsa kapatmak veya peygamberlere bir ikram olmak üzere meydana gelmiş olması gibi.
Hemen hatırlatalım ki Kuran, mucize isteyenlere irşat yoluyla cevap vermiş; peygamberliğin öneminin mucizelerde değil, insanlara gerçeği öğretme ve onları irşat etmekte olduğunu belirtmiştir. Bunun için nübüvvetin en büyük mucizesi, hak öğretiyi açıklayan Kitap; Hz. Peygamber’in en büyük mucizesi de Kuran’dır. (29/52) Çünkü Kuran, kör gözleri, sağır kulakları ve tıkanmış damarları açan, kararmış vicdanları aydınlatıp insanlığa hak yolu gösteren en canlı ve devamlı kelamdır. Bu yüzden insan ölür ama hayat bitmez; her mucize söner ama Kuran sönmez.
Sonuç olarak, varlık alemi okyanus; insanlığın nasibinin tümü ise sadece bir yudumluk su gibidir. Yani insanlık hafızasıyla varlık aleminin hazineleri arasındaki fark çok büyüktür. Bu durumda hafızada bulunmayan hakikatleri inkar etmek, su kovası dışındaki bütün suları ve denizleri inkar etmek anlamına gelir. Buna rağmen yine de insanlar arasında din adına ilimleri, ilim adına da kültür ve dinleri inkar edenler vardır. Burada günah dinde ve ilimde değil, şaşı bakan gözde ve yanlış yapan akıldadır. Bu yüzden insanlık tarihinde kelamcı ile tabiatçı birbirine düşman olabilmiştir. Ama din ile ilim; ilahiyat ile tabiat hiçbir zaman düşman olamaz, olmamış ve olmamalıdır. Buna rağmen bazı hazretler, ezberlerini ve kafa konforlarını bozan her hakikate, hurafe yaftasını vurarak işin içinden çıkmaya çalışmışlarsa da bunda başarılı olamamışlardır. Çünkü akıl hakikatle bağını kesmediği zaman kemale erip bâliğ olur; aksi halde mevcudattan her hangi bir şeye bağlanıp köle ve kör olarak kalır.
#