Kurtuluş Belgesi
Bu ayetlerde, Kur’an-ı Kerim’in indirildiği kutlu geceden söz edilir. Bu gece, “Kadir gecesi”dir. Çünkü bu geceyle ilgili bütün nitelikler, Kadir suresinde açıkça dile getirilmekte; Kur’an’ın vahyolunmaya başladığı gecenin Kadir gecesi olduğunu, bu gecenin de Ramazan ayı içinde bulunduğunu Kur’an söylemektedir. (Kadir 97/1-5; Bakara 2/185)
Buna rağmen bazı tefsirlerde, bu gecenin Şaban ayının ortasına rastlayan ve sonraları “Berat Gecesi” diye anılan mübarek bir gece olduğu kaydedilmektedir. (Taberi, Câmiu’l beyan, XXV, 64- 65; Şevkani, Fethu’l kadir, II,1382; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VI4293) Bu kanaatte olanlara göre Kur’an’ın tamamı bu gece “Levh-i mahfuz”dan dünya semasına topluca inmiş, oradan da Hz. Peygamber’e parça parça gönderilmiştir. Ancak bu tür kanaatler, sadece bir rivayete dayandığından (Kurtubi, el-Câmi li ahkami’l Kuran, XVI,126) kesinlik ifade etmemektedir. Bu durumda Kur’an’ın tamamının bir gecede indiği, bu gecenin de Şaban ayı ortasına rastlayan ve sonraları “Berat Gecesi” diye anılan gece olduğu yönündeki kanaatlerin isabetli olduğu söylenemez.
Kur’an-ı Kerim’de “Kadir Gecesi” dışında adı açıkça geçen ve değerinden bahsedilen başka bir gece yoktur. Aslında Allah’a ibadet bilinciyle yaşanan her gün ve gece, insan için önemli, değerli ve mübarektir. Kutsal geceler veya Kandil geceleri uygulamaları ise sonradan oluşmuş dini bir gelenektir. Bu geleneği yaşatmak isteyenle yaşatabilirler. Ancak geleneği yaşatmak, mutlaka dini yaşatmak ve yaşamak anlamına gelmemektedir. Çünkü gelenek, medeniyettir. Medeniyet ise zaman ve mekânın tesiriyle neşet eder. Bu yüzden gelenekte olanların hepsi dinde; dinde olanların hepsi de gelenekte yoktur. Öyleyse din, gelenekte değil, Kur’an ve Sünnette aranmalıdır. Bu, geleneğin doğru yanlarını devam ettirip yanlışlarını gidermek için de şarttır.
Halk tasavvurunda “üç aylar” diye şöhret bulmuş zaman diliminden kasıt, kameri aylardan sayılıp ard arda gelen “Receb, Şaban ve Ramazan”dır. Hz. Peygamber’in, bu ayların ilki olan Receb girince, “ Allah’ım! Receb ve Şaban’ı bize bereketli kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır” diye dua ettiği; bu ayların faziletini belirttiği sabittir.(Kurtubi,age XVI,126-127), Allah Resulünün yaptığı bu dua, aslında Receb ve Şaban aylarının değerini, Ramazan’a komşu olmalarından aldıklarına işaret etmektedir. Zira iyiye komşu olan iyileşir ve güzelleşir. Hz. Peygamber’in, Receb’in başlangıcından itibaren nafile oruç ve namazlarını artırıp zirveye çıkarması da Ramazan’ın çekim alanına girenlerin ne yapması gerektiği konusunda herkes için güzel bir örnektir.
Sonuç olarak Allah’ın bize bahşettiği her an, aslında bizim için bir imkandır. İnanmış bir insan olarak bize düşen görev ise zamanı Kuran vahyi aracılığı ile yenileyip hayatımızı onunla bereketlendirmek ve bu imkânların hepsini en güzel biçimde değerlendirip bu dünyada ve mahşer alanında “bereat/kurtuluş belgesini” alabilmektir. Bu da sırf kandil gecelerini kutlamakla değil, tutulan aklı çalıştırmak, yıkılan İslami yapıyı onarmak, tıkanan damarları açmak, kaybolan iradeyi kazanmak, eksilenleri tamamlamak; kısacası inanç yoksulluğunu sahih iman, salih amel, güzel ahlak ve üstün erdem zenginliğiyle gidermekle mümkündür. İşte içinde bulunduğumuz üç aylar ve inşallah idrak edeceğimiz Ramazan, bütün bunları gerçekleştirmemiz için bize açılan bir kredi niteliğindedir. Bu krediyi iyi kullananlar yoksullaşan maddi ve manevi dünyalarını zenginleştirecekler, aksini yapanlar ise yine kaybedeceklerdir. Çünkü insan bir şeyden neyi beklerse onu elde eder. Mesela Ramazana “beslenme ayı” gözüyle bakanlar, ondan kilo almış olarak; “diyet gözüyle” bakanlar da kilo vermiş olarak çıkarlar. Ramazan’a Kuran Vahyinin doğum ayı olarak bakanlar ise gönüllerini Allah’a kapılarını da yoksullara açarlar.
Öyleyse Ramazan bizim için Kur’an’la bütünleşme ayı olmalı, Kur’an da sadece elimizde ve dilimizde değil, aklımızda, kalbimizde ve hepsinden öte hayatımızda hak ettiği yeri mutlaka almalıdır.