Bazı Tespit Ve Teklifler
Şüphesiz aklı başında hiçbir Müslüman, vahyin yerine beşeri öğretilerden birini tercih edip bunun mutlak doğru olduğunu söylemez. İslam açısından işin gerçeği böyle olsa da bu gün toplumun yaşadığı realite böyle değildir. Zira toplumun büyük bir çoğunluğu, Allah’ın hükümleri kendilerine uzun süre öcü gibi gösterildiğinden İslami sistemi istemiyor görünmekte; Müslüman olmaktan onur duyduklarını söyleyenlerin önemli bir kısmı da İslam’ın doğru uygulanışını ifade eden şeriattan öcü gibi kokmaktadır.
Peki bu realite karşısında ne yapılmalıdır? Bizim düşüncemize göre bu realite karşısında takip edilecek iki yol vardır. Birincisi, mevcut sistemin yapı ve işleyişini tevhide aykırı bulup tepkisel muhalefette bulunmaktır. İkincisi de mevcut yapının yerine daha adil ve ahlaki bir yapı getirmek için reel politikalar belirleyip yapılabilecekleri yapmaya çalışmaktır.
Birinci yolu benimsemek, daha net bir tavır gibi gelmekle ve hiçbir risk içermemekle beraber bir çözüm de getirmemektedir. İkinci yolu tercih etmek ise tercih edenlerin kendilerince haklı gerekçeleri olmasına rağmen bu yolu seçenlerin şirke bulaşıp bulaşmadıkları yahut mevcut sistemi onaylayıp onaylamadıkları gibi tartışmaları gündeme getirmektedir. Her iki yolu tercih edenlerin de kendi açılarından haklı oldukları ve doğru yaptıkları söylenebilir. Ama asıl mesele, İslam’a geçit vermeyen dikta ve cunta yönetimleri altında olmak mı yoksa sınırlı da olsa insanlara daha çok hak ve özgürlük tanıyan bir yönetim altında yaşamak mı daha uygundur? Meselesidir. Bunları, her iki yönetim şeklini İslam’la karşılaştırarak ve ya özdeşleştirerek söylemiyorum ve İslam dışı sistemlerin sırf kendilerini korumak için her yola başvurduklarını da bilerek söylüyorum. Bütün bunlara rağmen vahyi topluma taşıyıp İslam’ı egemen kılmanın tedrici yöntemle olabileceği gerçeğini dikkate almamdan, zaruret ve zorlukları da görmeden Müslümanların bir reel politiklerinin olamayacağını söylemenin, ne kadar isabetli bir görüş olabileceğini sizlerin takdir ve tercihine bırakıyorum.
Bize göre, realiteyi görmezden gelerek hareket etmek, yanlış olur. Doğru olan, bir yandan hak nizamı kurmak için durmadan çalışmak, bir yandan da hedeften sapmadan ve gemiyi batırmadan su yüzünde kalmayı başarmaktır. Aksi halde izlenecek ortak bir yol belirlemeden iki yoldan birini tercih edenleri ötekileştirmek; tevhit yolundan sapmakla veya beşeri sistemlere destek olmakla suçlamak olsa olsa asıl düşmanı bırakıp kendi parçalarıyla savaşmak gibi bir vahameti doğurur. Böyle olunca da asla tevhit inancı kökleşmez ve vahdet gerçekleşmez. Nitekim bugün, genellikle hayatın teorik yönüyle ilgileniliyor, pratik ihtiyaçların karşılanılmasında yetersiz kalınıyor. Ütopik teoriler de insanlar tarafından pek ciddiye alınmıyor. Sözde evrensel değerlere inanılıyor, fakat pratikte grupçu ve ulusçu tavırlar sergileniyor. Dünyanın oldukça küçüldüğü çağımızda işler hala mahalli ve dar çerçevede yürütülüyor. Öncelikler yanlış sıralanıyor, istikamet kayboluyor. Hakikat asli ve doğru şekliyle değil de grup anlayışlarına göre algılanıyor. Bu, dışımızdakilerle açık ve sıcak ilişkiler kurmamızı zorlaştırıyor. Başkalarıyla aynı düşünmediğimiz zaman Peygamber(as) örneğini takip edemiyoruz. İhtilaf adabına uymadığımız için farklılıklar zenginlik kaynağı olacağı yerde zıtlıklara ve düşmanlıklara dönüşüyor. Bu da kalplerdeki birliği bozuyor. İnsanlar temel değerlerde “davranış, istikamet ve birlik ruhu”ndan yoksun bulunuyorlar. Özellikle dindar kesim, kendi aralarında çok sıkı çalışmalarına rağmen zıt yönlere çektikleri için sarf ettikleri gayretlerin toplam etkisi, istenen sonucu ve kaliteyi veremiyor. Çünkü tevhidi söylemi eyleme taşıyıp İslam’ı yaşanılır kılmak için temel kaynaklarda birleşmek kadar birlikte ve aynı istikamette hareket etmek de gerekiyor.( krş. 3/103) Geriye bu nasıl sağlanacak? sorusu kalıyor. Bir sonraki yazımızda bu soruya “Yapılması Gerekenler” başlığı altında cevap verilmeye çalışılıyor.
#