İman Mantığı Ve Islah Cihadı
Günümüzde acılardan ve sorunlardan bahsedince söz uzar gider. Geleceğe dair umutlardan ise pek bahsedilmez. Hâlbuki insanlara sürekli karamsarlık pompalamak onları umutsuzluğa ve mutsuzluğa sevk eder. Bu da kişileri ve kitleleri, zulme esir olarak yaşamanın kendileri için değişmez bir kader olduğu sonucuna götürür.
Bu durumda yapılacak şey, hak mücadelesine ve ıslah cihadına girişmek; bunun için de öncelikle inancı ve umudu diriltmektir. Bunlar yapıldıktan sonra soyut teorilerden ziyade pratiğe yönelmek, cedeli değil, ameli tercih etmek gerekir. Bu da Kur’an’ın tarih ve ölü kitabı değil, hidayet ve hayat rehberi olduğunun bilincine ermekle mümkündür.
Ne var ki bugün İslam dünyası sözde değilse de özde ve fiilde tam tersine bir yol izlemekte, yani amelden cedele, aktiflikten pasifliğe, üreticilikten ziyade tüketiciliğe yönelmiş görünmektedir. Oysa “alın teriyle kendi kazandığından yemeyen kafasından karar alamaz.” Öyleyse bu fitneden “iman mantığı” ile kurtulmalıyız. Bunu yaparken de Kur’an’da kıssaları anlatılan iman erlerini ve önderlerini örnek almalıyız.
Öte yandan hak davasının direği konumunda olan gençlere çok önem vermeliyiz. Çünkü davanın ve davetin ihtiyaç duyduğu şeylerden biri de genç ve dinç girişimdir. Ancak gençlerin de mücadele ederken münasip zamanları gözetmeleri, yerine göre gizlenmeyi ve sır saklamayı öğrenmeleri, fevri hareket edip hemen çatışmaya girmemeleri gerekir. Çünkü ister genç ister yaşlı olsun her Müslüman’ın bu mücadelede ve dine hizmette önemli bir yeri ve rolü vardır.
Müslümanlar arasında düşmanlık oluşturmayan ihtilaf caizdir. Çünkü akılların ihtilafı ve düşüncelerin farklılığı tefrika değil, rahmet ve zenginliktir. Bu yüzden ihtilafı da doğru anlamak gerekir. Dinin sabitlerini topyekûn kabul edip akide palanında tevhide, sosyal alanda da vahdete ters düşmeyen farklılıklar meşrudur, gereklidir ve rahmettir. Ama bu farklılıklar zıtlığa ve düşmanlığa dönüşüp inanç planında tevhide, sosyal hayatta da vahdete aykırı bir hale gelirse o zaman buna ihtilaf değil, “tefrika” denir. Tefrika ise ne meşrudur ne de gereklidir; bilakis tam bir veba ve felaket olduğundan câiz değil, haramdır.
Sonuç olarak, İslâmi hükümleri illetleriyle birlikte bilip ona göre uygulamak gerekir. Bunun için de mevcut durum ve şartlar karşısında “derin ve dikkatli analiz, doğru tanım ve uygun çözüm” kaçınılmazdır. Tıpkı doktor yöntemindeki “tahlil, teşhis, tanı ve tedavi” gibi. Bu da doğru bir iman mantığı oluşturup Kur’an’ı yaşayarak okumayı ve sosyal hayatı onunla ıslah etmeyi gerekli kılmaktadır.