Seçimler ve Seçmenler
Bu gün ülkemizde görünen belirgin iki kesim var. Birincisi vekilleri seçenler. İkincisi vekillerden geçinenler. Bu aynen şuna benzer. “Aç doğrar tok yermiş”. Duruma kısaca açıklık getirmeye çalışalım. Sorunları tabandakiler yaşar ve tabandakiler belirler, bu sorunları da muhalefette olanlar bilir. Hem de ezbere. Her seçim öncesi halkın sorunları dinlenir. Bu ihtiyaçların görüleceğine dair sözler verilir, vaatler sunulur. Ama gel gör ki, iktidara taşınan bu güne kadar gelmiş geçmiş tüm iktidarlar halka verdikleri bu sözlerini yerine getirmek için gereken gücü sarf etmemişlerdir, ya da edememişlerdir. Belki de birileri ettirmiyorlar. Birazda rahata kavuşunca yani kendi durumları düzelince ülkenin de durumu düzeldi zannediyorlar. Başbakanım, ya da sayın vekilim diyen, maruzatını arz etmek için sesini yükselten seçmenin hemen ağzı kapatılıyor ve oradan uzaklaştırılıyor. Aslında dün yanına gittiği ve elini sıktığı, sıkılmadan sabırla dinlediği oy veren seçmendi o, tabiî ki o zaman oy alacağı için sabır gösteren sayın vekillerimiz ne çabuk tahammülsüzleşmiş ve hırçınlaşmış bakışları değişmişti. Etrafını saranlar yani oy vermeden vekilden ve seçilmişlerden geçinen yağ tabakası sayın vekilleri iyi yağlıyor. Oy verenler ise dağlıyor. Kıyıda kalmış derdini anlatamamışlar da tabiî ki ağlıyor. Burası Türkiye kardeşim. Zaten ömründe en fazla 4 defa oy kullanırsın. Yani ömrün o kadar. Ben artık akıllandım dediğinde seni kimse dinlemez ve ömrün bitmiş olur. Yeni nesilde aynı çarktan geçeceği için sonuç değişmez. Değerli dostlar, eğer muhalefette bulunan siyasiler söylemlerini iktidara taşımış olsalardı, şimdiye kadar bu ülkede sorunlar biter torunlarda kurtulurdu. Sanki dededen toruna miras kalıyor acılar, yoksulluklar. Bitmiyor bir türlü kulluk. Özgürlük, masalları hep söylenir ninni gibi. Özgürüz(!) hepimiz, düşüncelerimizi tam olarak yansıtamayarak. Konuşuruz ama korkarak. Acaba bir hata mı yaparız sorgulanırız, başımıza iş alırız korkusu içimizi burkarak. Okula başlarken ayıplarımızı yamalarla örterek. Ardından kılık kıyafet yönetmelikleriyle okumuş insanları denetleyerek. Yaz kıyafeti, kış kıyafeti diyerek, biz bunları daha ne kadar yönetiriz düşüncesini irdeleyerek. Yedi bölge olan ülkemizde aynı anda giyim kuşamı belirleyerek. Özgürüz(!) işte. Çizilen sınırları aşmadığın sürece, yani birey olma vasfını kaybetmediğin sürece özgürsün. Hiç kimse senin şahsiyet olmanı istemiyor ki. Artık bizim de aklımıza pek gelmez oldu o evrensel kelime. Alıştık efendi köleliğe. Azarlanmalarla. Soruşturmalara. Dosyalarımız kabardı ama kirlenmedi, fakat biz lekelendik. Kötü, geçimsiz, uyumsuz damgası vurdular bizlere. Suçumuzu biliyorduk. Biz halkçı değil “Halk” tık. Tabanın uyanmasını, ülkemizde sosyal dengenin kurulmasını, her insanın kendi ayakları üzerinde durmasını istiyor ve ülkemizin gelişip muasır medeniyetler seviyesine yükselmesini istiyorduk. Bunun içinde kafa yoruyor elimizden geleni sonuna kadar yapmaya çalışıyorduk. Tabiî ki bu söylemlerimiz birilerinin ayağının altından halıları çekiyordu. Mutlu azınlık, Hep oldu ve olmaya da devam ediyor. Her zaman söylüyorum ve yazıyorum. Ömrünü çalışmakla ve üretmekle geçiren ve sadece boğaz tokluğuna çalışan, yeri geldi mi bu ülke için seve seve canını feda edebilen insanımız acaba bu ülkede hak ettiği mutluluğa ne zaman ulaşacak ya da ulaştırılacak. Nutuklar sona erip sloganlardan kurtulup kendi ayakları üzerinde durarak insan olma şerefine ne zaman nail olacak. Sen hiç cami avlusunda yattın mı kardeşim. Senin çocuğun sokaklarda kaldı mı? hiç. Açlığından nefesi kokup çok canı çektiği baklavayı alıp yıllarca mahkûm oldun mu? acaba. Muzun tadını bilmeyen kaç milyon insan var dünya da. Evet değerli dostlar, kendi rahatlarını en iyi bir biçimde sağlayanlar, başkalarını karın tokluğuna mahkûm edip kendilerine hizmetçi yapmayı çok hoş karşılıyorlar. Bir de bak ben senin karnını doyuruyorum deyip kendi değerinin bilinmesini istiyorlar. Doğru, onun bana benim ekmeğe ihtiyacım var. Evet değerli siyasetçiler. Siyaset sahnesinde yer almak isteyen beyefendiler. Oy için gezdiğiniz mahalleleri, gecekonduları, yarı açık yarı kapalı çocukları, unutmayın. Onların omuzlarına basarak yükselmeyi marifet sanmayın sakın. Çıktığınız seviyeye, kavuştuğunuz nimetlere onları da taşımaya çalışın. Kırmızı plakalı arabalar, siyah cipler de siyah gözlükleri takıp herkesin size bakmasını istemeyin. Çıplak gözlerle bu tertemiz yüreği olan insanları görün artık. Görün ki, ülke yaşasın. Görün ki, devlet yaşasın. Ve sizler yaşayın. Şunu unutmayın ki, sizi oraya taşıyanların dualarını alırsanız, mutlu ve bahtiyar olursunuz. Eğer dualarını alamaz beddualarına maruz kalırsanız, sizler mahvolacağınız gibi sizden sonra dünyaya teşrif edecek neslinizde huzur bulamayacak ve bu ahtan kurtulamayacaktır. Bizden söylemesi…
Hepinize sağlık sıhhat ve dünya nimetlerinden hak ettiğimiz ölçüde yararlanma dileğiyle.
Kalın sağlıcakla…