'Okulların her açılışında yeniden yaşarım o günleri.. İçim burkularak;ama zorlukları yaşamakmış insanı güçlü kılan! Yıllar sonra anladım, çilelerin kazanç olduğunu…'
Yayın: Güncelleme:
BİR GARİP ÇOCUĞUN HİKAYESİ
O, altı yaşında okula başlamıştı,emsallerinden bir yıl önce. Utangaç, sessiz, yüzüne baktığında yüzü kızaran bir memur çocuğuydu. Ama sessizliği kadar derin bir duygusallığı, dışarıda küçük ama kendi içinde büyük bir dünyası vardı. Okulda öğretmenlerini gözlemliyor, bazılarını, bundan öğretmen olmaz diye yargılıyordu kendi dünyasında.. Küçük yaşına rağmen gözlemliyordu çevresini, doğayı, hayatı... Her şeye meraklı olduğundan, annesi yedi yaşında tarhana çorbası pişirmeyi öğretmiş babası da dokuz yaşında dikiş dikmeyi öğretmişti; yırtılan ve eskiyen elbisesini yamayabilmek için. O yıllarda ortaokul yoktu kasabasında. Okutmak istiyordu ailesi O nu on bir yaşında bitirdiği ilk okuldan sonra. On iki yaşında yakın ilçedeki akrabalarının yanına gönderdiler. İsterseniz bundan sonrasını kendisi anlatsın:
"O zamanlar ortaokulu bitirenleri yedek subay yaparlardı askerde; bunun için de okumak istiyordum ortaokulu. Yakın ilçedeki akrabamın yanına her ay on lira ücret vererek yerleştirdiler beni. Fakat evde fazla görüldüğümü hissediyordum. Duygusallığım beni çok etkiliyor, istenmeyen yerde sığıntı gibi yaşamak çok incitiyordu çocuk ruhumu. Ailemi özlüyor, her akşam evin üst katına çıkarak memleketim tarafına bakarak ağlıyordum. Zoruma gidiyordu en yakın akrabamın yanında fazla görülmek. O günlerde karar vermiştim; ileride çocuklarım olursa hiçbir akrabanın yanına bırakmayacaktım okutmak için. O sene birincilikle bitirdim okulu buna rağmen.”
İkinci sene durmamıştı garip çocuk akrabasının yanında. Kendi başına bir ev tutmuş. Artık yalnız yaşıyordu; bütün işlerini kendi görerek. Hem de akrabasının sırasında beş ev aşağısında. Utanmıştı akrabası konu komşudan, kendinden utanmayarak. İki de bir gelip yanına tekrar çağırıyorlardı mahalleliye rezil olduklarını söyleyerek. Kendisi devam ediyor garip çocuk anlatmaya:
"Hayatı bütün acımasızlığıyla yaşamak ruhumu incitse de kendime güveni güçlendirmiş, ben kimseye muhtaç olmadan da yaşarım diyordum. Önümde, kendi ayıplarını örtebilmek için yapılan dil dökmelere taviz vermeden hayır dedim hep. Kendim kalktım sabahleyin, kahvaltımı kendim hazırladım, menemen yapmayı da o günlerde öğrenmiştim öğle yemekleri için. Kundura ayakkabılarımı kendim boyar, ütümü de, pantolonumu yatağın altına düzgün sererek yapardım. (Ceryanlı ütü) yoktu zaten o yıllarda..Pantolonumun arkası ve dizlerim (ebrimiş) ve delinmişti. Babamdan öğrendiğim dikiş şekli ile pantolonumun arkasına ve dizlerime parça yamadım. O günlerde terziler yapardı bu işi, (arkalık ve süvarilik vurmak) denirdi yapılan işe. Yamalı gezmek değil, yırtık gezmekti ayıp olan. Çok zor günlerdi o yalnız geçen zaman... Ama zorlukları yaşamakmış insanı güçlü kılan! Yıllar sonra anladım, çilelerin kazanç olduğunu…”
Yaz dedi garip çocuk, sayfalar dolusu hayat hikâyesinin bir cümlesi bile olmayacak bu kısa hikâyeyi. Okulların her açılışında yeniden yaşarım o günleri. Belki ibret alır yeni nesil, okursa bu hikâyeyi. Rahatlığın ne hale getirdiğini kendisini. Ana kucağında veya bir yurtta, bir eli yağda bir eli balda ama aklı havada… O rahatlığı bari derslerine sağlasa bir fayda. Yok, yok insan tavada değil böyle pişer, demiş büyükler...
Belki, kim bu garip çocuk diye merak edene söyleyeyim; yaşanmış bir hikaye bu, hayali değil. Bu satırların yazarıdır “garip çocuk”. Bin dokuz yüz kırk yedi ile başlayan ve devam eden menzile doğru yolculuk…
Ali Abi soluksuzca okudum yazınızı. O yıllara bende gidiverdim bir anda.
Ali Osman ÇINAR
25.09.2009 / 23:49:29
Değerli Haluk abi...
inanın satırları okurken, çalıştığım dersten, çektiğim gurbetten, pişirmeyi öğrendiğim melemenden utanmadım değil. "Yamalı gezmek değil, yırtık gezmekti ayıp olan." yalnızca bu cümle o kuşağın faziletini anlatmaya yetiyor. Keza bizlerin müsrifliğini ve boşvermişliğini. Lakin anlayana... yüreğinize ve kaleminize sağlık. Saygılarımla
Ali Osman ÇINAR
M. Ali ÇINAR
26.09.2009 / 10:12:52
Çocuklar hep garip-ti o dönem,
Çoğunda yok tu ki menemen,
Ayakkabı delik, elbise yamalı,
Bunlardı hep geleceğin hamalı.
Üç beş zengindi hep ülkemi yöneten,
demokrasiy-di, çağdaşlık-tı bize hep söylenen. Ama fakir yine fakir-di. Zenginin gözünde fakir hakir-di. Aslında değişen pek bir şey yok. Yine çoğunluğun karnı aç, Zenginin ki, tok.
Paylaşımda hata var, taksimatta hile,
Bitmez bu dünyada insanda çile.
Nutukları gür sesler okur mikrofondan,
Hür sesler ne zaman yükselecek bu cihandan.
Sahte nezaket önde, riyakarlık baş tacı,
Bulunmadı hala bu iki derdin ilacı.
Evet, Haluk abi, dediklerin hep gerçek, yaşayan yokmu hala,
Ne zaman tükenecek dünyadan, "Yoksulluk" denen bu bela.
Pasta belli dünyada, yutan yutana gidiyor, Akvaryumlar çoğladı, denizler tükeniyor.
Ali Haluk Pektaş
26.09.2009 / 12:31:03
ÇINAR'lara ..Değerli Ali Osman!o güzel algıladığın gerçek idi anlatmaya çalıştığım..bir kişi de anlasa hedefime ulaştım sayarım kendimi,oysa bu günün gençliğinin çok ihtiyacı var çok nimetten evvel gayrete ve şüküre..Hayat tarzı gibi algıladığımız tüketim toplumu mantığından da kurtulamadıkça bu aymazlık devam eder sanırım..
Değerli M.Ali,bütün saydığın olgular insanın var olduğu yerde olacaktır.Yoksullarda kalkmayacaktır arzdan,insanlar birbiri için imtahan olduğu sürece..Esas felaket yoksullukta değil,yoksulun karşısında olanların başındadır..Bir hadisi nakledeyim:"Allah,bazı müminlere bazı nimetler verir,bu emaneti diğer insanları istifade ettirmesi için verir ona.O mümin sahip oldukları ile diğer müminleri istifade ettirmediği zaman Allah o nimetleri ondan alır bir başkasına verir"diyor.Ve kur'an sahip olunan nimet konusunda farklılıkları ortaya koyar hep.Arıza farklı olmakta değil,farklılığın gereğini yerine getirememekte.Ve ben yoksulluğumdan şikayetçi olmadım bana güç verdi hep
saime
26.09.2009 / 21:47:02
İnsanoğlunun hayatta birçok eksiği vardır şüphesiz. Ama eksiklik manevi olmasın yeter ki Para, pul bunlar çözümlenebilecek eksiklikler bence.Çocuklar sonuna kadar okusun okutulsun ilim adamı olsunlar, bilim adamı olsunlar cahil kalmasınlar. Eğer okumak bu kadar önemli olmasaydı yüce ALLAH oku emrini verir miydi
Çok güzel ve anlamlı bir yazıydı. Paylaşımın için teşekkürler, emeğine sağlık A.Haluk Pektaş
bende alttaki şiiri paylaşmak istedim.
Kitapların dünyası keşfedilmeyi bekler,
Bazen bir tek kitapla şifa bulur yürekler
Raflarda bekleşirken melûl mahzun kitaplar
Okuyanın gönlünde açılırmış çiçekler!
Yâri kitap olmayan gönlü yalnızlık kaplar
Aşkın cahili için hep acıdır gerçekler
Sırra erişmek için okumak lazım mîrim
Okumayan bedbahtlar bunu bilmeyecekler
Her kitapta bir başka üstâda misafirim
Anladım ki yazanlar asla ölmeyecekler
Yazık ki cânân için sadece sadece esâtirim
Mecnunlar yağıp lâkin gökçe gülmeyecekler
Kitap okyanusunda yorulur mu kürekler?
Çek Bayâtî aldırma! Gereksizmiş gerekler
Erdoğan ISIR
27.09.2009 / 01:14:09
Beğeniyle, geçmişi hatırlayarak zevkle okudum, diyecek tek kelime herkez okusun, tebrikederim harika paylaşım olmuş
Raif Karapekmez
27.09.2009 / 02:10:51
Merhaba Haluk Abi,
Yazınızı okudum.Yazınızda sade kandinizi anlatmıyorsunuz,sizin kuşağın çektiği sıkıntları da dile getiriyorsunuz. O dönem pek çok kimse (aşağılarda) gurbette eğitimine devam edermiş.Orta okul, lise yok, (vesait) araç ha keza öyle. Bu güçlüklere rağmen pek çok insanımız eğtimini tamamladı. Yada başka alanlarda başarılı işlere imza attılar. hepsi de bizlerin gurur kaynağıdır. Bu yazınız ile bizleri aydınlattığınız için teşekkürlerimi bidiririm. Bu yazınız, Genç kuşaklara moral ve motivasyon kaynağı olacaktır.
Bir başka yazınıda da, rahmetli babanızı anlatırsanız mutlu olurum. Babanız, rahmetli dedem Mustafa Karapekmez' in kadim dostu idi. küçük yaşımda tanıdığım, o güleç yüzünü hiç unutmam. İleri görüşlü, çalışkan ve disiplinli biriydi. mekanı cennet olsun. saygılarımla
yusuuf kabak
28.09.2009 / 11:58:06
Sevgili üstadım, bir yaşam ve onun içinde geçirilen çileli bir ömür kompleksten uzak bir şekilde bu kadar net anlatılır. Tabi herkesin bir yaşam hikayesi vardır.Bir de "adam olacak çocuk" diye başlarlar anlatmaya hani halk dilinmde ya..Söz doğru yani odun gibi.. Adam olmak için hayatta zor olanı tercih etmek şart.Çileyi kabullenmek gerekli. Tehlikelerle boğuşmayı göze almalı."Ben diyeceği zaman korkunun doruğuna çıkmalı kişi.Doğrulukta en doğru çizgiyi utandırmalı. Senin hayat çizgin ve geldiğin nokta bazılarına inşallah hayat dersi olur. Allah uzun ömürler versin sevgili üstad....
Cemalettin Çınar
12.10.2009 / 14:44:38
Esselamualeykum. Değerli, aziz dost. Okadar güzel anlatmışsınız ki, o garip çocuğu açıklamamış olsaydınız dahi onun siz olduğunu ehli dil anlalyabilirdi. Bu yazınız beni 32 sene evveline götürdü... O günlerden bir gün, bir hafta Taraklıyı kar esir almıştı. Babam köyden odun getirememişti. Odunumuz bitmiştide, yakın çamlıktan sırtımla odun getirmiştim. Yazınızı okuken o garip çocuğun kendim olduğunu sandım... Fi emanillah...