Kıtalararası Virüs Füzeleri
Eşşek gribi riski altında olanlarımız ne yapmalı?
ABD nin Irak ı işgal etme sürecinde sürekli olarak Saddam’ın tehlikeli kimyasal ve biolojik silahlara sahip olmasından endişe ediliyordu.
“Birleştirilmiş” Milletler de Saddam Hüseyin’e bu konuda yaptırım, uyarı, denetçi gönderme kararları alıyordu. Ancak bir türlü bir sonuca varılamıyordu. Çünkü asıl meselenin Saddam’ın bu tür silahları olup olmadığı ve bunlarla ne yapacağından daha çok Irak’a askeri bir müdahale için gerekli zemini oluşturmaktı.
Nedense ABD ve Birleşmiş Milletler 1988’de Halepçe deki Hardal gazı katliamı döneminde değil de yıllar sonra bu konuda bir şeyler yapmayı akıl etmişti…
Bugün ortada ne böylesi biyolojik, kimyasal silahları ne de bu konuları gündeme getiren var. Sadece bir Genişletilmiş Ortadoğu Projesi telaşı, başkanları, eşbaşkanları var.
Artık görünüyor ki, kopartılan tüm gürültü ve Irak’ın işgali emperyalizmin bu bölgenin dişlerini sökme projelerinin bir parçası idi.
Kimyasal ve biyolojik silahların tehlikesinden bölge insanlarını kurtarmak gibi insancıl bir niyet falan da yok gerçekte.
İşgal tam olarak gerçekleştikten ve Saddam’ın ordusu tamamen dağıtıldıktan sonra, ABD askerlerini de etkilemiş olan Irak’taki şarbon saldırısı dahil olmak üzere durmadan bölgeye yönelik “kimden geldiği bilinmeyen” biolojik saldırılar söz konusu.
Şarbon “aşı”sından olumsuz etkilenen yığınla ABD’li askerin olduğu ve şarbonun Iraklı sivillere etkisininin neler olduğu değeri olmayan bilgiler.
Televizyon ile hipnoz edilmiş halkımızın büyük bölümü için değeri olan bilgiler, TV’lerdeki magazin haberlerinde çünkü.
Türkiye’nin kuş gribi sürecindeki ekonomik kayıpları da, şimdi domuz gribi aşısı sürecinde oluşacak ekonomik açıdan ve sağlık açısından kayıplarımızın da neler olacağını şu anda bilmiyorsak, demek ki önemi olmayan bilgiler.
Önemsemeye başlayan olursa sonra öğrenir belki.
Peki nedir biolojik silah, biolojik saldırı?
“...Onlara (Kızılderililer’e) Çiçek Hastalığı Hastahanesi’nden gelen iki battaniye ve bir mendil verdik. Umarım arzulanan etkiyi gösterir.”
(Wiliam Trent, 1763).
Bu savaş yöntemleri çok eski tarihlere dayanır. Persler, Asurlular, Romalılar düşmanlarının yaşadıkları kentlerin su kuyularına hayvan leşleri atarlarmış.
MÖ 184’lerde Kartacalı Hannibal düşmanlarının bulunduğu yerlere zehirli yılanlar attırırmış.
Tarihte vebadan kırılan birçok ordu vardır.
Kızılderililer (Amerika’nın yerlileri), 13. yüzyılda Amerika’nın keşfinden sonra İspanyolların barutuna değil daha çok çiçek hastalığına karşı mücadele etmişlerdir.
Peki bambaşka bir konu; günümüze bir bakalım. Çok yakın geçmişte yaşanmış hafızalarımızı zorlamadan hatırlayacağımız bir Babuna olayı var. Babuna’yı ilik bulmak için gazetelere verdiği ilanla duyduk. Bu beyefendi toplumumuzun merhametine güvenerek ilik kampanyası başlattı. Sonuçta 160 bin kişiden ilik örneği alındı. Daha sonra ne mi oldu? Bu ilik ve kan örneklerinden 120 bini kayboldu.
Düşünsenize Türkiye’den 120 bin kişinin tüm genetik, biyolojik, tıbbi özelliklerinin araştırılabileceği 120 bin örnek kayboldu. Bir rivayete göre Amerika’ya gitti, uçtu kuş oldu. Yahut da buharlaştı.
Bu kaybolan örnekler her kimde ise, ülkemiz insanının tıbbi ve biolojik, genetik özellikleri ile ilgili son derece detaylı gelişmiş bir araştırma yapabilecek kadar çok örneğe sahip.
Yani lehimize ya da aleyhimize bize Türk topraklarında yaşayanlara özel biyolojik ve kimyasal alanda her şeyi geliştirebilecek bir fırsat, 120 bin kayıp kan ve ilik örneği bir meçhule gitmiştir.
Bu konu ne mi ifade ediyor? Türkiye topraklarında yaşayan insanların her türlü gen haritaları çıkartılmış olabileceği anlamına geliyor. Daha başka Türk insanına özgü “aşı”lar geliştirilebilir, tabii ki öncelikle “aşı”sı üretilip yığınla para karşılığı satılacak olan bir hastalık ve virüs de geliştirilebilir demek oluyor.
Şimdi bu noktadan sonra farklı bir sorgulama yapalım mı?
Deli danalar, gripli, nezleli kuşlar, keneler, şimdi de domuz gribi. Neler oluyor? Ama hepsi de illa ki Türkiye’ye bir uğruyor.
Birileri özelde Türkiye ile genelde de dünyadaki insan popülasyonuyla, dünya insan nüfusuyla işine geldiği şekilde oynamaya mı çalışıyor?
Yahut önce böyle bir hastalık peydahlayıp sonra bunu tedavi ve önleme amacıyla satacağı ilaçlarla parasına para katmayı ya da dünya ekonomik buhranından çıkmayı planlıyor olabilir mi?
Bunu ben söylemeyeyim. Rus doktor ve politolog Sergey Markelov söylesin:
“Virüsün küresel olarak yayılmasının önünde iki alternatif var. Birincisi tabii yollardan mutasyon. İnsan müdahale etmeden virüs değişebilir. İkinci yöntem ise dış müdahalede bulunarak virüsün mutasyonudur. Bu da gizli laboratuarlarda yapılıyor.” Ben domuz gribini bu şekilde gizli çalışan laboratuarlardan bir sızıntı olarak görüyorum. Gizli laboratuarlarda öldürücü domuz gribi üzerine çalışılıyor. Şimdi bu gizleniyor. Biyolojik silahlar sürekli olarak geliştiriliyor."
Ayrıca CIA’nın gizli denemelerinin yoğun olduğu Meksika’da gizli laboratuarların olabileceğini söyleyen Rus uzman şunları da ekliyor:
“Ben o bölgede doktor olarak bulundum. Ormanların derinliklerinde yüzlerce laboratuar vardı. Şimdi onların bir kısmı otel olarak kullanılıyor. Böyle bir otelde de kaldım. Bölgede bulunan laboratuarlara baktığınızda dışarıdan odundan bir baraka gibi görünüyor. Ancak içerisi son derece teknolojik donatılmış.”
Peki “Saddam’ı denetlemeye heyetler gönderen Birleşmiş Milletler neden Meksika’da bu Rus doktorun sözünü ettiği yerlere bir heyet gönderip denetlemez?” diye bir soru geliyor mu aklımıza?
İzlemek lazım. İzlemeye değer ciddi bir konu.
Başımıza ne geldiyse bazı ciddi konuları, paranoyakça düşünceler ve komplo teorisi olarak yaftalayıp değerlendirmeye almamaktan gelmedi mi şimdiye kadar?
Bu aşı işine bir de kara mizahla yaklaşalım. Bu aşının bir yan etkisi de biz Türkleri daha mülayim ve yumuşak başlı bir hale getiriyor olabilir mi?
Giderek sinirleri gerilen ekonomik işgal altında türlü haksızlıklarla karşı karşıya olan Türk halkının uyanıp ayağa kalkma ihtimaline karşı yatıştırıcı olarak geliştirilmiş bir aşı olabilir mi?
Hatta meşhur Babuna’nın topladığı kanlardan elde edilen bir genetik harita kullanılarak bir tür genetik açılım ve yol haritası izliyor olabilir mi bu domuz gribi virüsü ve tabii aşısı hatta kenelerde...
Yahut bu domuz gribi ve sonrasında nüfus artış hızımız belirli kesimler için iyice düşüp doğuştan engelli, hastalıklı vs. doğum oranları, düşük oranları artabilir mi?
Yoksa çok fantastik mi düşünüyoruz?
Biyolojik silah ve biolojik savaş kavramları da uydurma şeyler mi? Biyolojik savaş ve biolojik silah vs. kavramları aslında hiç yok ise ABD deki şarbon denilen şey neydi?
Şu gerçek mi uydurma bir adam mı olduğu dahi bilinmeyen ABD’nin halen Afganistan’da aradığı Usame Bin Ladin’in ortalığa yaydığı söylenen şarbon da bu kene gibi, kuş gribi gibi, deli dana hastalığı gibi, domuz gribi gibi tesadüfen mi ortaya çıkmıştı?
Not: Son olarak eklemek zaruri oldu. Bu yazı hiç kimseye domuz gribi aşısı olmamasını yahut olmasını öğütlememektedir. Bu konuda yanıtı ancak tıp bilimi ile ilgililerin verebileceğini bildirelim. Biz sadece bu olanlar karşısında “Neler Oluyor?” duyarlılığını oluşturmak amacındayız.
Saygı ve Sevgi ile selamlar.
#